Dünyada 200’den fazla ülkede toplamda 1.5 milyardan fazla Müslüman yaşıyor.
Sadece 50 ülkede Müslümanlar çoğunluk nüfusuna sahip. Diğer ülkelerde ise nüfus bakımından azınlık halinde bulunuyorlar. Dolayısıyla ülkelerde göre Müslümanların yaşadığı problemler de değişebiliyor.
“Mü’minler kardeş” olduğuna göre, dünyanın herhangi bir yerindeki Müslümanın derdi, başka ülkedeki Müslümanın da derdidir. Dertler ve problemler de ancak konuşularak halledilebilir.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın organize ettiği “I. Asya-Pasifik Ülkeleri Müslüman Dini Liderler Zirvesi” İstanbul’da toplandı. 13 Ekim’de başlayan ve 16 Ekim’de (2015) sona erecek zirveye çok sayıda Müslüman âlim ve temsilci katıldı. Zirvenin ilk günü daha çok protokol konuşmaları ön plana çıktı. İkinci gün yapılan oturumlarda ise İslâm dünyasının problemleri daha ayrıntılı olarak konuşuldu, tartışıldı.
Şunu ifade etmekte fayda var: Benzer toplantılar gibi bu mühim toplantı da hak ettiği ölçüde gündeme gelemedi. İlk gün protokol hatırına zirveyi takip eden medya, ikinci gün büyük ölçüde takibi bırakmıştı. Keşke çok daha fazla ilgi gösterilip, orada konuşulanlar geniş kitlelere aktarılabilseydi.
İkinci gün (14 Ekim 2015) yapılan konuşlarda İslâm dünyanın ortak dertleri dile getirildi. İslâm ülkelerini konuşup da cehaleti, fakirliği ve ihtilâfı konuşmamak olur mu? Nitekim, konuşmacılar farklı cümlelerle de olsa bu hastalıklara işaret ettiler. Tamamına yakını, İslâm âleminin fakirlik ve cahillik tuzağına düştüğünü ifade etip, bu meseleye acil çare bulunmasını istediler. Konuşmacılar, terörün ciddî bir problem olduğunu da ifade ettiler. Bir konuşmacı, “âlim”lerin sahaya inmesini, gençlerle kaynaşmasını ve gençlerle aralarında sağlam bağlar kurmasını talep etti. Aynı konuşmacı, ancak bu yolla gençlerin yanlış yollardan ve terör tuzağından kurtulabileceğini hatırlattı.
Hindistan’dan gelen bir misafir de, ‘Ultra milliyetçilik’ten yana dertliydi. “Ülkemizde din, gençlerin gündeminden kaçırılmıştır. Bunu tersine çevirmeliyiz” diyen konuşmacı, âlimler arasındaki fikir ayrılıklarının da bir diğer problem olduğuna dikkat çekti.
Srilanka’dan zirveye katılan konuşmacılardan biri de, eğitime ayrı bir önem verilmesini istedi. Ülkelerinde din eğitiminin 5 yaşında başlatıldığını hatırlatan temsilci, her evin bir ‘Medine-i Münevvere modeli’ olması gerektinin altını çizdi. “Olumsuz şartlar”dan şikâyetin çare olmadığını da ifade eden konuşmacı, “Peygamberimiz 13 yıl Mekke’de ve 10 yıl da Medine’de İslâmı tebliğ etti. Mekke’deyken herkes ona karşıydı, şartlar kötüydü. Ama o, sahabeleri yetiştirdi. Biz de onun eğitim metodunu esas alalım ve çok çalışalım. Hz. Muhammed (asm) Müslüman olmayanlar nezdinde de itibarlı ve güzel ahlâk sahibiydi. O, Müslüman olmayanlarla da irtibat kuruyordu. Biz ahlâkı önceleyelim ve erken yaşta güzel eğitim verelelim” demeyi ihmal etmedi.
Tayland’ı temsilen zirveye katılan bir konuşmacının Türkiye’yi “İkinci Ezher”e benzetmesi de ayrı bir tevafuk oldu. Bu benzetme aynı zamanda Bediüzzaman’ın üzerinde çok önemle durduğu “Medresetüzzehra” projesini hatırlattı.
Singapur Âlimler Konseyi Başkanının tesbitleri de zirvenin ikinci gününde dikkat çeken konuşmalardan biri oldu. İslâm dünyasının yolsuzluklar gibi problemleri olduğunu ifade eden misafir konuşmacı, “Bulunduğumuz durum dip noktasıdır. Bundan sonra yukarı gitmekten başka yol ve çare yoktur. Fakirlik, gençleri inançsızlığa da sürükler. Kur’ân zekâtı bu sebeple şart koşmuştur. Çoğu Müslüman, seküler ülkelerde yaşıyor. Adalet hükmederse bunda bir zarar yok” şeklinde tesbitler dile getirdi.
“Dağlar ülkesi” Nepal’den gelen konuşmacı da, ülkelerinde yaşadıkları sıkıntılara dikkat çekti. “Nepal’de camilerimize STK gözüyle bakılıyor. Bu sebeple devlet her an el koyabilir” diyen konuşmacı, “Dünyada muhacirlerin/göçmenlerin çoğunun Müslüman olması bize birşeyler anlatmalı. İnanılmaz bir fakirlik ve cahillikle boğuşuyoruz” diyerek unutulan dertlere parmak bastı.
İslâm dünyanın dertlerini bir toplantı ile halletmek elbette mümkün değil. Ancak bu ve benzer toplantılar daha fazla yapılmalı ve konuşulanların daha geniş kitlelere ulaştırılması da temin edilmeli. İslâm dünyası, ‘meşveret’i ihmal etmezse çözümü kısa zamanda bulur.