Türkiye’nin önünü tıkayan ve ufkunu karartan 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsünün başarılı olamaması haklı olarak milletin sevinmesine sebep oldu. Darbe hedefine ulaşamadı, ama bilhassa sosyal hayattaki tesirleriyle geçmişteki ‘başarı’lı darbeler kadar zarar verdi.
Darbe teşebbüsünün ilk gününde bu kalkışmanın Türkiye’yi ekonomik anlamda en az 5 ya da 10 yıl geriye götürdüğü kanaati hasıl olmuştu. Sonraki günlerde faturanın daha kabarık olduğu ifade edildi. İdareciler, bu kalkışmanın, bu teşebbüsün Türkiye’ye 300 milyar dolara mal olduğunu söylüyorlar. Türkiye gibi kalkınmakta olan ve ‘orta gelir tuzağı’na tutulmuş bir ülke için çok büyük bir rakam.
Darbenin ve darbe teşebbüsünün ekonomik kayıpları bir şekilde telâfi edilir; ama asıl yara, asıl darbe, asıl felâket, milletin sosyal hayatında sebep olduğu tahribattır. Ölçüler o kadar kayboldu ki, iyi ile kötüyü birbirinden ayırmak neredeyse imkânsız hale geldi. Bir yönüyle “Bush doktrini” hüküm sürüyor. Hatırlanacağı üzere 11 Eylül 2001 “İkiz Kule” saldırısı sonrası dönemin ABD Başkanı bütün dünyaya seslenerek “Ya benimle berabersiniz, ya da düşmanımsınız” anlamına gelecek şekilde açıklamalar yapmıştı. Farklı düşünmek, sorular sormak, ‘acaba?’ demek imkânsız hale geldi. Öyle ki, Kur’ân’ın düsturlarından olan “Ve lâ teziru vâziratun vizra uhrâ/ Birinin hatasıyla başkası mesul olmaz” (En’âm Sûresi, 6:164) prensibini hatırlamak bile insanları teskin etmiyor.
İnsanları ‘kavga’ya teşvik etmek puan alırken, sükûnete dâvet etmek ayıplanır hale geldi. En aklı başında olması icap eden mütedeyyin insanların sosyal medyadaki yorum ve değerlendirmelerine bakınca kıyamet alâmetlerinin belirdiğine hükmetmek işten bile değil. Hele hele Risale-i Nur’dan istifade ettikleri düşünülen bir kısım kişilerin ‘kavga’da en önde görünmeleri hayra alâmet olabilir mi? Risale-i Nur’un orjinal tasniflerinden biri olan “Birinci Avrupa” ve “İkinci Avrupa” meselesini bilenlerin toptancılık yapması nasıl mümkün olur? Böyle bir toptancılık Nur Talebeliği ile bir araya gelebilir mi?
Hem Hadis-i Şeriflerde “Fitne çıktığı zaman at binen insin, koşan yürüsün, yürüyen dursun, duran otursun” denilmişse bunun bir hikmeti olsa gerek. Yangına körükle gitmek, nefsin istek ve arzuları istikametinde hareket edip hak, hukuk ve adalet anlayışını terk etmek mütedeyyin insanlara yakışır mı? Birbirimizi iyiliklerde teşvik edip, fenalıklardan uzak tutmaya çalışmak gibi bir vazifemiz de yok mu?
Bazı gözaltı ve tutuklama haberleri de insanı şaşırtıyor. Elbette her şeyi bilme imkânımız yok, ama kamuoyunun da yakinen tanıdığı bazı isimlerin çeşitli ithamlarla tutuklanması adalet anlayışını zedeliyor. Yapılan yanlışları “Böyle zamanlarda bazı hataların olması normaldir” diye izah etmek yeterli olur mu? Önemli olan normal olmayan zamanlarda da hakkı, hukuku, adaleti esas tutmak değil mi? İdareciler böyle hatalar yapsa bile, hak namına ve uygun lisan ile bu yanlışları hatırlatmak ve tekrarlanmasına mani olmak gerekmez mi?
Akıl, iz’an ve insafın tatile çıkmış göründüğü bir dönemdeyiz. Çok duâ edelim ve yanlışların sona ermesini dileyelim.