Yarım asrı geride bıraktığımız AB macerası farklı bir kulvara girmiş gibi görünüyor. Karşılıklı restleşmeler her hâlde Türkiye’nin iyiliğini istemeyen “İkinci Avrupa” taraftarlarını sevindirmiştir.
Haberler doğru ise, Fransa’da Nisan ayında iki turlu olarak yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimleri için ilk kez önseçime giden Fransız merkez ve sağ partilerinin 7 cumhurbaşkanı adayının 7’si de ağız birliği ederek Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üye olmasına itiraz etmiş ve ihtimal vermemişler.
Bugün itibarıyla içeride ve dışarıdaki havaya bakılırsa şartlar aleyhimizde ittifak etmiş gibi görünüyor. Hem Türkiye’de hem de Avrupa’da “İkinci Avrupa” anlayışını temsil edenler Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki görüşmelerin sona ermesini, yani köprülerin atılmasını istiyor. “İkinci Avrupa” anlayışını hemen hatırlayalım: “Felsefe-i tabiiyenin zulmetiyle, medeniyetin seyyiâtını mehâsin zannederek beşeri sefâhete ve dalâlete sevk eden bozulmuş ikinci Avrupa...” (Mesnevî-i Nuriye, Zühre, s. 128) Yani, medeniyetin kötülüklerini iyilik zannederek insanları/insanlığı eğlenceye ve küfre sevk eden anlayış. İşte bu anlayışa Asya’da, Avrupa’da, Amerika’da velhâsıl dünyanın her yerinde rastlamak mümkündür. Bu anlayış sahipleri “Müslüman Türkiye”de yaşayanların iyiliklerini istemediği için AB yolunun kapanmasını arzu ediyorlar.
Elbette Türkiye, Avrupa ve dünya sadece “İkinci Avrupa” anlayışına mensup kişilerden meydana gelmiyor. Bunun yanında “Birinci Avrupa” da var. Üstad Bediüzzaman bunu da aynı eserinde “... hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeye nâfi san’atları ve adâlet ve hakkâniyete hizmet eden fünunları takip eden...” diye tarif etmiş. Kısaca, sosyal hayata faydalı sanatları ve adaleti takip eden anlayış... (age)
Bu iki anlayış dünyanın her yerinde var olduğuna göre Türkiye’yi idare edenlere düşen görev, “Birinci Avrupa”yı, yani sosyal hayata faydalı sanatları ve adaleti takip eden anlayışı temsil edenlerin elini kuvvetlendirmek olmalı. Bunu yapmayıp, “İkinci Avrupa” anlayışında olan siyasetçi, sanatçı ve STK’ların elini kuvvetlendirecek şekilde davranmak akıl kârı değil.
Alınan bazı karar ve yapılan açıklamalar maalesef “İkinci Avrupa” anlayışını (kötüleri) temsil edenlerin işine yarıyor. Bu iki anlayışın olduğunu kabul edip, ‘iyi’lerle işbirliği yapmak hem Türkiye’nin hem de İslâm âleminin menfaatinedir.
Bu çerçevedeki tesbitleri çok sık tekrar etmek durumunda kalıyoruz. Çünkü bazı idareciler hâl ve hareketlerinde bu önemli noktayı görmeden adım atıyorlar.
Türkiye’nin durumu biraz da sinek ısırmasından kaçıp ejderhanın ağzına düşenlerin hâlini akla getiriyor. Elbette bu müzâkere ve üyelik sürecinin bazı mahzurları olabilir. Ancak müzâkerelerin tıkanmasının daha büyük zararları vardır.
Şunu unutmayalım ki AB yolu tıkanırsa “Ankara Kriterleri” daha uzun yıllar Türkiye’nin önünü tıkamaya ve ufkunu karartmaya devam eder. “Bizce mahzuru yok. Bize ‘Ankara Kriterleri’ yeter” diyenlere sözümüz yok. Sözümüz; insanlığa yakışan seviyede hak, hukuk ve adalet olsun diyenlere...