Ahirzamanda olduğumuzun en büyük delillerinden biri de hak, hukuk ve adalet çağrılarından memnun olmayanların varlığıdır. Mütedeyyin insanların bile bu çağrılardan rahatsızlık duyması ve ardında başka maksatlar araması dünyanın sonunun geldiğine delil olamaz mı?
Ülkemiz sıkıntılı bir dönemden geçiyor. İnsanlar hiç haketmedikleri şekilde suçlanabiliyor bir gün baş tacı edilenler başka bir gün kuyuların dibine atılmaya çalışılıyor. İtidal yerine heyecan, tahkik yerine acelecilik tercih edilmiş durumda. Bir haber duyulduğunda onun iyice araştırılması gerektiği tavsiye edildiği hâlde bu da yapılmıyor. Neticede büyük mağduriyetler ortaya çıkıyor ve bazı insanların hakkı çiğnenmiş oluyor.
Bu noktada en büyük kabahat medyanındır. “Kişinin suçu ispat edilinceye kadar masum kabul edilir” ya da “Birisinin hatasıyla başkası mesul tutulamaz” gibi dünyaca kabul gören temel kurallar maalesef çiğneniyor. Herhangi bir iddianın doğru olup olmadığı incelenmeden kişiler ekseriyetle suçlu ilân ediliyor. Kişilerin sonradan masum olduğu ortaya çıksa bile atılan çamurun izi uzun süre ortada kalıyor. Bu yöndeki haberlere ekseriyetle olağanüstü durumlar ya da darbe dönemlerinde rastlanır. Gerek 27 Mayıs 1960 askerî darbesi, gerekse sonraki darbe ya da muhtıra dönemleri buna delildir. Bu anlayış en son 28 Şubat 1997 sürecinde kendisini göstermişti. İnsanlar manşetlerle vurulmuş, peşinen suçlu ilân edilmiş ve “Elinden geliyorsa suçsuz olduğunu ispatla” anlamında yayınlar yapılmıştı.
Aradan yıllar geçti ve dünün mağdurları maalesef bugün başka mağduriyetlere sebep oluyor. 28 Şubat sürecindeki yayınlardan pişman olmaları gerekenler bugün yeni pişmanlıklara zemin hazırlıyor. 12 Eylül 1980 sonrası idamı istenen bazı kişilerin sonradan beraat etmeleri gibi şimdi de müebbet istenenlerin beraat haberleri duyuluyor. Burada çelişkinin sorumlusu kim olabilir? Nasıl bir delil ve iddia var ki, müebbet istendiği hâlde neticesi beraat olabiliyor? Delillerin sağlam olmadığı akla gelmez mi?
Geçen aylarda bir grup insan tutuklandı. Mütedeyyin bilinen insanların yayınladığı bazı gazeteler bu insanları en ağır ithamlarla suçladı. Mümkün olsa idam istiyorlardı. Kendilerine göre delilleri ortaya koyup sayfalarını süslediler. Hatta, “Bu işte bir yanlışlık var. İddialar doğru değil, sakin olun” diyen kendi arkadaşlarını bile dinlemediler. Neticede en ağır ithamlarla suçlananlar mahkemece serbest bırakıldı. Peki, bu durumda kim kime kızmalı? Bu kadar derin çelişki olur mu? Üstelik içinde bulunduğumuz hâl ve şartlar gereği suçlu olan birinin keyfi olarak serbest bırakılması pek de mümkün görünmüyor. Bu şekilde karar veren bazı hâkimlerin sürgüne gönderildiği ya da açığa alındığına kamuoyu şahit. Demek ki ortaya konulan iddialar inandırıcı gelmemiş.
Sanal âlemde yorum yapan bazı kişiler, medyanın bu tavrını haklı olarak eleştirmiş ve “Bunların 28 Subat andıçlarından ne farkı var?” diye sormuş. “(Son hadiselerle ilgili olarak) Bu ülkede medyaya asla güvenmeyeceksin” diyen de var, “Daha temiz bir medya hepimiz için lâzım. Bu pespayeliği haketmiyoruz” diyen de.
Tarih şahittir ki abartanlar ve yanıltanlar uzun dönemde kaybetmiş, mağlûb olmuş ve milletin nazarında kıymetleri kalmamıştır. Bunca yaşananlardan ibret ve ders alınmamış olması büyük bir kayıp. Ziller; insafsız, abartan ve yanıltan medya ve onları destekleyenler için çalıyor.