Bir ve beraber olmak gerekirken konumuzu, komşumuzu velhâsıl hemen herkesi ‘öteki’ olarak ilân etme hastalığına yakalanmış durumdayız. Bu fena durum yapılan bir araştırmayla da tasdik edilmiş durumda.
Bilgi Üniversitesi’nin ‘gençler arasında ötekileştirme’yi ortaya koyan çalışmasına göre, 100 gençten 90’ı gelecekte kızlarının olması durumunda ‘öteki’ ile evlenmesine karşı çıkacağını açıklamış. ‘Öteki’ olarak görülen kişileri komşu olarak istemeyen ve yine onlara iş vermeyeceğini söyleyenlerin oranı ise yüzde 80’i buluyormuş. (Habertürk, 22 Aralık 2017)
Bu tablo, İstanbul’da Bilgi Üniversitesi bünyesinde, TÜBİTAK desteğiyle 2015-2017 yılları arasında yapılan “Diğeri ile Karşılaşmada Ötekileştirme/meyi Anlamak: Türkiye’de Gençlerle Empati ve Eşitliği Tartışmak” konulu araştırmada çıkan neticeler...
Çalışma çerçevesindeyse 18 ilden 18-29 yaş aralığındaki gençleri temsilen 1.224 gençle yüz yüze anket yapılmış. Araştırmayla ortaya çıkan netice, gençler arasındaki “sosyal mesafenin” iyice açıldığını gösteriyor.
Aynı araştırmaya göre bu gençler, çocukları olması hâalinde kendi çocuklarının “öteki” komşularının, ya da arkadaşlarının çocuklarıyla oynamasına bile izin vermeyecekmiş. “Öteki” olarak görüleni komşu olarak istemeyenlerin oranı, o gruptan birini işe almayı düşünmeyenlerin oranıyla benzer şekilde yüzde 80 olarak tesbit edilmiş.
Araştırmayı yorumlayan ve “Ötekileştirme bugün sadece Türkiye’nin değil, dünyanın sorunu” şeklinde konuşan Prof. Dr. Pınar Uyan Semerci şunları söylemiş: “Baştan itibaren nasıl olup birbirimize uzak düştüğümüzü anlamak istedik. Üstelik söz konusu gençler olduğunda kendi sahip oldukları hakları nasıl oluyor da karşısındaki için istemiyorlar? Kendi gruplarının üstünlüğüne inançları arttıkça diğer grupları ötekileştirme artıyor. Ötekileştirme bugün sadece Türkiye’nin değil, dünyanın sorunu. Ancak yaşadıkları, toplumda karşılaştıkları davranış biçimi, ailenin tarihi, bunların tümü kimlikleri ile özdeşleşmelerini sağlıyor. Araştırma birbiri ile temas kurulmasının ötekileştirme algısını azalttığını gösteriyor. Bu yüzden de birbirleri ile temas çok önemli.”
Araştırmada ortaya çıkan neticelere itiraz eden de olabilir. Nisbetler farklı bile olsa ortada bir ‘ötekini yok sayma’ hastalığının olduğu her hâlde inkâr edilemez.
Çok yakında şahit olduğumuz bir ‘ötekine karşı tavır’dan bahsetmek isteriz: Geçenlerde bulunduğumuz apartmanın bir dairesi boşalmıştı. Ev sahibiyle anlaşan yeni bir kiracı, eşyalarını kiraladığı daireye taşımaya başlamış. Değil apartman, yandaki komşu apartmanlar ve sokakta oturan bütün hanımlar yeni kiracılara itiraz etmişler. Sebebi neymiş biliyor musunuz? “Onlar Suriyeli!” Neticede yüksek perdeden itirazlar sebebiyle ev sahibi de ‘komşu’larını kıramadı ve kiracı kiraladığı daireye taşınamadı! (Hadise apartman komşularımızca bize böylece anlatıldı.)
Bu basit misal bile ölçünün kaçtığını göstermez mi? Hani ‘birinin hatasıyla başkası suçlanamaz’ kuralı? Bu toptancı anlayış değerlerimizi kaybetmemize sebep olur ve oluyor.
Şu sorunun cevabını bulmak durumundayız: “(İnsanlar) Kendi sahip oldukları hakları nasıl oluyor da karşısındaki için istemiyorlar?”
Ötekileştirici tavırların açtığı yaraların tedavisi yıllar sürecek gibi...