Türkiye’nin Avrupa Birliği macerasının inişli ve çıkışlı olduğu herkesin bildiği bir konu.
Hava durumu gibi değişebilen bir tablo ile karşı karşıyayız. “Her şey yolunda, AB üyeliği göründü” diye düşünülen bir anda ilişkiler bozulabiliyor. Bunun sebebi, tarafların vazifesini hakkıyla yapmaması olabilir.
İdarecilerin bir hatası da, AB üyeliği için gerekli olan şartları yerine getirmeden birliğe üye olmaya çalışmalarıdır. En basit bir derneğe üye olurken bile üyelerin ‘üyelik şartları’na uyması beklenir. Hem şartlara uymayıp hem de “Beni üye yapmıyorlar” demek doğru değil.
Yıllar önce AB’ye üye olmak için yola çıkan Türkiye’nin bunca yıl sonra üye olamaması tek başına AB’nin engellemesi ile izah edilemez. Elbette AB içindeki muhaliflerin de bu neticede payı var, ama asıl mesele Türkiye’yi idare edenlerin üyelik şartlarına uymamasıdır. Türkiye’nin AB’ye üye olmasının ‘millet menfaatine’ olduğu ekseriyetin kabul ettiği bir durum. Üyeliğin muhtemel zararları da olabilir. Ancak ‘kâr’ ve ‘zarar’ tablosuna bakıldığında ‘kâr/fayda’ hanesinin daha ağır bastığı belli.
Yargıtay Onursal Başkanı Sami Selçuk, Ankara’da katıldığı bir panelde idarecilerin yanlış tavrını eleştirmiş. Türkiye’nin demokrasi alanında Avrupa’yı yakalayamadığını ancak buna rağmen, sürekli Batıya kafa tuttuğunu söyleyen Selçuk, “Sen önce AB’nin prensiplerini benimse, ondan sonra de ki, ‘Beni niye almıyorsun?” şeklinde konuşmuş.
Özgürlük Araştırmaları Derneği tarafından düzenlenen “28 Şubat” konulu panelde konuşan Sami Selçuk, istatistiklere göre Türkiye’de ‘melez demokrasi‘ bulunduğunu hatırlatıp, bu durumu ‘demokrasinin ülkede var olup olmadığının belli olmaması’ olarak tarif etmiş. Hemen ifade edelim ki, ‘demokrasinin var olup olmadığının belli olmadığı’ bir tablo ile ‘büyük ve adil ülke’ olmak mümkün değil. “Büyük ve adil bir ülke olma” iddiamız varsa bu tabloyu düzeltmek durumundayız.
Selçuk, idarecilerin özellikle dikkate alması icap eden bir misal de vermiş: “Bulgaristan bizden sonra başladı, Komünist dünyadan ayrıldı. Hızla demokratikleşti, hemen hemen 34 başlığın 32’sini yaptı. Ondan sonra aldılar adamı bizden önce, 90’lı yıllarda. Bütün bu başlıkları yapacağım diye söz verdi, gereğini yaptı. Yapmasaydı elbette onu da almayacaklardı, ama yaptı. Sen de 32’ye gel seni de alsınlar.”
Üyelik şartları yerine getirilse dahi, ülkemizin önüne yeni engellerin, bahanelerin çıkarılması da mümkündür. Böyle bile olsa Türkiye’nin; hak, hukuk ve adalet yolunda kararlı adımlarla ilerlemesi ve bu iradeyi ortaya koyması gerekir. Hiç kimse ve bilhassa idareciler, “Ne de olsa bizi AB’ye üye olarak almadılar. O halde biz keyfilik yolunda devam edelim” diyemez, dememeli. AB’nin önümüze koyduğu şartların büyük çoğunluğu AB’ye üye olsak da olmasak da milletimizin menfaatine olan şartlardır.
O halde idarecilere “Haydi, AB’ye üyelik şartlarını yap!” demek milletin hakkı olsa gerek.