Bütün dünyada genel kabul gören önemli bir kaidedir: Yanlışı, haksızlığı, fenalığı kim yaparsa yapsın ona itiraz edilmesi gerekir.
Haksızlık yapanlara itiraz etmek aslında onlara yapılan önemli bir iyiliktir. Bu itirazlar neticesinde belki yanlışlarını görüp geri adım atarlar ve neticede onlar kazanmış olur. Haksızlık yapanlara uygun lisan ve metodla itiraz edilmese yanlış yapanlar bunu yapmaya devam eder ve defterlerine sürekli ‘yanlış’lar ‘hata’lar, ‘fenalık’lar yazılır. Hakikî ve samimî dost olan, yanlış yapanlara karşı “Bu yanlıştır” diyebilmeli.
Meselâ, çok yakında yaşanan bir hadisede, yanlış bir projeye karşı yapılan itirazlar karşılık buldu ve en azından şimdilik bu yanlıştan dönüldü. Hatırlanacağı üzere İstanbul Üsküdar’da meydan düzenlemesi adı altında denize kazıklar çakılıyor ve meydan genişletiliyordu. Ancak yakındaki Şemsi Paşa Camii’nin duvarlarında, denize çakılan kazıklar sebebiyle çatlaklar oluşmuş. Ayrıca denize ‘sıfır’ olarak Mimar Sinan tarafından inşa edilen bu güzelim cami, proje ile birlikte denizden uzaklaştırılmış olacaktı. Siyasî parti mensubiyeti dikkate alınmadan pek çok itiraz dile getirildi. Elbette yapılan bu yanlış projeyi savunanlar da oldu, ama neticede cami duvarından çatlaklar da meydana gelince “şimdilik” kaydıyla proje durduruldu. Gerekli araştırmalar yapıldıktan sonra projenin nasıl devam edeceğine karar verilecekmiş. (Bu hususta Üsküdar Belediye Başkanı Hilmi Türkmen’in 20 Haziran 2017 tarihli twitlerine bakılabilir. @hilmiturkmen34: Meydan düzenleme projesinin sahil şeridinde cami önünde kalan kısmı revize edilmek üzere çalışma şimdilik durdurulmuştur.)
Başlangıçta bu itirazlar görülmek istenmedi. Sonrasında tepkiler dinmeyince yanlıştan vazgeçildi. Yanlışta ısrar edilseydi ve cami tahrip olsaydı kim kazanacaktı? Proje, yeniden incelenmek üzere durdurulunca kim kazandı? Tabiî ki idareciler bir yanlışa imza atmaktan, ah almaktan ve kınanmaktan kurtulmuş oldu ve onlar kazandı.
Adaletin tecelli etmesi noktasında da ciddî sıkıntılar, yanlışlar ve hatalar işleniyor. Bu yanlışlara yapılan itirazlar da aynı ölçüde dikkate alınmalı. “Biz ya da bizim desteklediğimiz kişiler yapıyorsa doğrudur” anlayışı ile itirazları dikkate almamak en başta idarecilerin kaybetmesine sebep olur. Çünkü hak haktır ve küçüğüne büyüğüne bakılmaz.
Son zamanlarda “Bir darbe tehlikesi atlattık. Bazılarının haksızlığa uğraması normaldir. O kadar haksızlık mühim değil” şeklindeki yanlış anlayış zemin bulmaya çalışıyor ki çok tehlikeli bir durumdur. Birisinin hatasıyla başkasını mesul tutmak anlamına gelecek olan bu tavır kesinlikle terk edilmeli. Hiç kimse bir başkasının suçunun cezasını çekmeye mecbur bırakılmamalı. Adalet terazisi mutlak surette çok hassas olmalı. Aksi bir durum savunulamaz ve savunulmamalı. “Şu kadar kötülük yaşandı. Acımak yok. Acınan acınacak hale düşer” anlayışı ile masumlara haksızlık yapmak, onu savunmak yanlış olur. Adaletle hükmedildiğinde zaten acınmış olmaz. Mesele adaletsizlik çizgisine kayma tehlikesine karşı tedbirli olmaktan geçer. Merhum Mehmed Âkif ne demişti: “Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım!” Herkesin ve hepimizin ‘hakkı tutar kaldırırım’ çizgisinde olması icap eder.
Üstad Bediüzzaman da Mâide Sûresinin 32. âyetini izah ederken “(...) Cenâb-ı Hakk’ın nazar-ı merhametinde hak haktır, küçüğüne büyüğüne bakılmaz. Küçük, büyük için iptal edilmez” demektedir. (Mektubat, On Beşinci Mektub, s. 57)
Haklar zayi olmasın, adalet hükmetsin.