Önce bir fıkra atlatmakta fayda var: Karadenizli hemşehrimiz, camide Cuma namazı öncesi cemaati düzgün saf tutması için ikaz etmeye niyetlenir. “İleri gidelim, boşlukları dolduralım” anlamında mahalli şivesiyle “İleri cidelum, ileri cidelum” diye seslenir.
Cemaat bir yandan boşlukları doldururken bir yandan da “İleri cidelum, ileri cidelum” diyerek hemşehrimizin şivesiyle alay ederler. Durumu anlayan hemşehrimiz cemaate çıkışır: “Hop fazla da ileri citmeyelum!”
Son dönemlerde yaşadığımız hadiseler de biraz buna benziyor. Türkiye, adalet yolunda değil de adaletsizlik yolunda ileri gitmiş görüntüsü veriyor. Bu bakımdan idarecilere “Adil olun, adaletle hükmedin. Birisinin hatasıyla başkasını mahkûm etmeyin” ikazlarının daha fazla yapılması gerekir.
Anayasa değişikliğiyle ilgili referandum tarihi yaklaştıkça havayı gerenler de artıyor. “Evet” ya da “hayır” demek kişilerin tercihine bağlı olduğu halde mesele ‘tercih’ olmaktan çıkarılıp ‘var olma, yok olma’ya da ‘inançlı olma, inançsız olma’ gibi sunuluyor. Bu kadar gerginliği Türkiye’nin bünyesi kaldırabilir mi?
Türkiye ilk defa sandık başına gitmeyecek. Bunda önceki seçimlerde olduğu gibi taraflar fikirlerini beyan edecek, neticede kararı millet verecek. Olması gereken de budur. Fikirlerin hür bir zeminde ifade edilmesine müsaade edilmesi gerekir. Aksi halde sıkıntılar daha da büyür. Nitekim, şu anda değiştirilmesine çalışılan 1982 anayasasının oylanması öncesinde millete mümkün olan her türlü baskı uygulanmış, itiraz edenlerin sesi kısılmıştı. O tarihde darbecilerin millete dayattığı anayasa büyük bir nisbetle (yüzde 92) kabul edildi, ama tartışmalar hiç bitmedi. Çünkü seçimler adil ve hür bir zeminde yapılamamıştı. Aynı hataya ikinci defa düşmemek icap eder.
Sakarya Adalet ve Özgürlükler Platformu da yaptığı basın açıklamasında bu konuya dikkat çekmiş ve “Olağanüstü hal yönetimiyle, adil ve özgür bir seçim gerçekleştirilemez. Anayasa değişikliğine itiraz edenlerin hedef gösterilmesiyle, hain ilân edilmesiyle kurulacak bir seçim ortamından toplumun hiçbir kesimine hayır gelmez” mesajını vermiş.
İlgili açıklamada şu görüşlere de yer verilmiş: “Meclis’teki siyasal gerilim, hızla memleket sathına yayılıyor ve Türkiye, yeni bir toplumsal ayrılma yaşamaya başlıyor. Son yıllarda, bir yönetim stratejisine dönüşen bu durum, ne yazık ki ortak geleceğimizi tehdit eden bir hal aldı. İktidara muhalefet yahut yönetime itiraz; ihanet ile eşdeğer tutulmaya başlandı. Ve bunun sonucunda, her kritik meselede; baba oğula, eş dosta, kardeş kardeşe adeta düşman gözüyle bakar oldu. Ne yazık ki gündelik hayat, tepeden tabana doğru yayılmak istenen bir nefret ikliminde boğuluyor. Toplumun kamplaştırıldığı ve adeta birbirine karşı seferber edildiği bu vaziyetin kimseye fayda sağlamayacağı ortada.”
Neyse ki Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, “Herkes kendi görüşünü açıklamakta özgür. Falanca ‘evet’ dedi diye ona karşı bir linç kampanyası veya ‘hayır’ dedi diye bir linç kampanyası yapmanın, doğru olmadığı kanaatindeyim. Zaten iki tane seçenek var. Ya ‘evet’ diyecek ya da ‘hayır’ diyecek. İnsanlara, ‘Siz niye görüşünüzü açıklıyorsunuz?’ diyemezsiniz ki. Dolayısıyla burada herkes rahat olsun. ‘Evet’ diyenler de ‘hayır’ diyenler de karşı taraftakine saygı duysun” demek suretiyle yanlışa itiraz etmiş.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın başdanışmanlarından Avukat Özlem Zengin de, anayasa değişikliği referandumu için “‘Evet’ diyen de ‘Hayır’ diyen de vatanını seviyor” ifadelerini kullanmış.
Kim gerginlik için at oynatıyorsa yanlış ediyor. Türkiye’yi idare edenlerin gerginliklere fırsat vermesesi çok önemlidir. Unutulmasın: İktidar her yerde, muhalefet demokrasilerde olur. Ülkemizin ve milletimizin tercihi demokrasiden yana...