Önce bir bilgiyi hatırlayalım: Duyduğumuz, bildiğimiz ve gazetelerde de okuduğumuza göre Türkiye, 11 yıl aradan sonra AB ile yeni bir başlangıç yapmış.
Bu şu demek: Türkiye, 11 yıl boyunca AB ile arasını sıcak tutmamış, küs kalmış, uzak durmuş, ‘Kopenhag Kriterleri neyimize, bize Ankara Kriterleri yeter’ demiş.
Hemen şunu ifade edelim ki, hükümetin Avrupa Birliği ile ilişkileri geliştirmesinden sadece memnuniyet duyarız. Hatta ve hatta Türkiye’yi idare edenler “Bize AB gerekmez, biz kendi işimizi yaparız” benzeri sözler söylediklerinden; “Etmeyin, yapmayın. Kuyu kazmamıza yardım edenleri küstürmeyin” demişizdir. Yine her fırsatta, Avrupa’nın yekpare ve tek olmadığını, iki ayrı Avrupa olduğunu, birinci Avrupa’nın ‘iyi’likleri temsil ettiği gibi, ‘ikinci Avrupa’nın fenalıkları temsil ettiğini söyledik.
Şuna dikkat çekmekte fayda var: 11 yıl boyunca AB ile görüşmeleri askıya alan idarecileri ikaz etmeyen bir kısım medya, 11 yıl sonra atılan adımı öve öve bitiremiyor. Tamam bu adım övülsün, ama 11 yıl boyunca bu yolda ilerlemeyenlerin hiç kabahati yok mu? Niçin idareciler bu noktada teşvik edilmedi? Hatta tam aksi yapılarak, idarecilerin kızgınlıkla söyledikleri sözler manşetlerde dolaştı. Kızgınlıkla söylenen sözler Türkiye’ye bir fayda sağladı mı?
Türkiye’nin AB macerası hakikaten bir ‘macera’dır. Neredeyse yarım asır geride bırakıldı ve bizden çok sonra bu yola giren ülkeler neticede tam üye oldu. Türkiye ise bir ileri, iki geri metoduyla yapması gereken işleri, atması icap eden adımları atmadı. Bunda ‘kötü’leri ve kötülükleri temsil eden ‘İkinci Avrupa’nın da elbette payı vardır. Kabahatin tamamını Türkiye’yi idare edenlere yüklemek hakperestlik olmaz. Tenkidimiz, “Avrupa ikidir” prensibini bilmeyen ve adımlarını buna göre atmayan idarecileredir.
Bu noktada medyanın tavrı da ayrıca eleştirilmelidir. İyilikler öne çıkarması icap ederken, Türkiye’nin kalıcı menfaatlerini çoğu zaman görmezden geliniyor. Kızgınlıkla atılan adımlar, hepimizin kaybetmesine sebep oluyor.
Ever bu hususta yeni şeyler söylemek icap ediyorsa, ilk sırayı Türkiye’yi idare edenler almalı. Bundan sonra çok daha itidalli, Türkiye’nin kalıcı menfaatlerini koruyan, ülkemizi kısa sürede tam üyelik seviyesine çıkarabilen adımlar atılmalı.
Hatırlamakta fayda var: Türkiye’yi idare edenler Avrupa Birliği yöneticilerine kızıp, “Şanghay Beşlisi”ne üye olmaktan bahsediyordu. Çin Halk Cumhuriyeti, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan’ın 1996 yılında oluşturdukları bu yapılanma bir zaman Türkiye’nin gündemine de gelmişti. AB’ye kızıp “Gerekirse Şahghay’a üye oluruz” diyenler bugün de aynı beyanlarda bulunabilir mi? Hele Rusya ile yaşanan ‘uçak krizi’ sonrasında...
Temennimiz, AB meselesinin bundan sonra daha ciddî olarak ele alınması ve kızgınlıkla hareket edilmemesidir. Yarını düşünmeden atılan adımların faturasını millet ödüyor. Hak, hukuk ve adalet zeminine giden yolda gelebilecek yardımları geri çevirmek, yardım ellerini kırmak akıl kârı değil.
Temennimiz, AB üyelik sürecinde yeni “11 yıl ara”lar yaşanmaması...