Çok garip bir süreçten geçiyoruz. Elbette bu süreçlerin benzerleri daha önce de yaşanmıştı.
Ancak bu süreçlerin benzeri ya da daha fenası, önceki yıllarda yaşanmış diye şimdiki süreç, uygulamalar ve atılan adımlar masum ve mazur görülebilir mi? “Eskiden de oldu, şimdi de olsun” bahanesinin arkasına sığınılır mı?
Medya, bir dönem ‘birinci kuvvet’ gibi davrandı ve büyük çoğunluğu mağdur etti. Medyanın geçmişte yaptığı bu ciddî yanlışını savunmak mümkün değil. Ancak geçmişte böyle yapıldı diye şimdi de her türlü itirazı susturmak, medya üzerinde baskı kurmak, hakperestliğe sığmaz. Yanlış, başka bir yanlışla düzeltilmez. Medyanın geçmiş yıllardaki tavrı da kökten yanlıştı, şimdiki topyekûn susturma tavrı da yanlış. Herkesin hakkını ve hukukunu bilmesi ve muhafaza etmesi çok mu zor? Bu işin ‘orta yol’u yok mu?
Gazeteciler Can Dündar ve Erdem Gül’ün, yayınlanan bir haber sebebiyle tutuklanıp cezaevine gönderilmesi itiraz gördü. Bu itiraz haklıydı. Kanaatimizce, yargılamalar tutuksuz yapılabilirdi ve öyle yapılmalıydı.
Mahkemenin verdiği kararı savunanlar da var. Onlara göre Dündar ve Gül yaptıkları ‘haber’den dolayı değil, ‘casusluk’tan tutuklandı. Yine onlara göre yayınlanan haber değil, ‘devlet sırrı’nın ifşası/ilânı/duyurulması.
Elbette bu husustaki kararı yine mahkemeler verecek. Öncelikle itiraz edilen nokta, yargılanmanın tutuksuz olarak yapılmamış olmasınadır. Yani, iddia edildiği üzere böyle bir suç işlenmişse gerekli yargılamalar yapılır, mahkemeler kararını verir ve ceza kesinleştikten sonra kişiler cezaevlerine gönderilir. Eleştirilen nokta, yargılanma yapılmadan tutuklanmalarıdır.
Gerek Türkiye’yi idare edenler ve gerekse uzman hukukçular, tutuklama kararlarının istisnai olduğunu her defa söylüyorlar. “İstisna” yani kural dışı olan bir halin, sıradan gibi uygulanması hukuku yaralayan bir durumdur.
Bunu biz söylüyor değiliz. Başbakan Davutoğlu bile Can Dündar ve Erdem Gül’ün tutuklanmasıyla ilgili olarak şöyle demiş: “Hukukî bir süreçtir, hükümetimizin müdahil olduğu bir konu değil. Bu tür durumlarda tutuklama istisnaî bir durumdur. Tutuksuz yargılanmaları daha doğru olabilirdi.” (http://www.radikal.com.tr, 28 Kasım 2015)
Benzer şekilde Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş da şöyle demiş: “Biz Türkiye’de hiçbir basın mensubunun tutuklanarak yargılanmasını istemeyiz. Asıl olan bu anlamda basın mensuplarının tutuksuz yargılanması süreçleridir. Tutuklu yargılanması süreci istisnaî bir süreçtir.” (Cihan bülteni, 27 Kasım 2015)
Yetmemiş, AKP Sakarya Milletvekili ve partinin “İnsan Haklarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı” görevini yürüten Ayhan Sefer Üstün de asıl derin yaraya, yargı meselesine dikkat çekip şöyle demiş: “Bu kararı alan yargı. Türkiye’de yargıdan kimse memnun değil. Biz memnun değiliz, muhalefet memnun değil, basın memnun değil, vatandaş hiç değil. Bizim bir yargı reformu yapmamız gerekiyor. Yargı ince eleyip sık dokuyacağına, toptancı yaklaşıyor.” (Yeni Yüzyıl, 30 Kasım 2015)
Bunca sözden sonra kime söz kalır?
Şunu unutmamak lâzım: İdareciler, “Bu kararı alan yargı” diyerek sorumluluktan kurtulamaz. Nitekim, “Bizim bir yargı reformu yapmamız gerekiyor. Yargı ince eleyip sık dokuyacağına, toptancı yaklaşıyor” itirafı da buna delil.
“Memnun olunmayan” durumu aratmayacak bir yargı reformu, hemen yapılmalı. Çok çok geç kalındı bile.
“Adalet mülkün temeli”yse bu temele sahip çıkalım, yanlış kararlarla yıkılmasına göz yummayalım.