Maalesef, korktuğumuz başımıza geldi ve Türkiye’nin değişik yerlerinden şehit haberleri duyulmaya başlandı.
Bir dönem, bir rüya gibi şehit haberleri duyulmaz olmuştu. Değişik adlarla isimlendirilen bir ‘süreç’ vardı ve ekseriyet bu ‘süreç’in devam etmesini istiyordu. Öyle ya, kim törerün sona ermesini istemez?
Böyle düşünülüyordu ki, terörü sona erdirmek istemeyenler devreye girdi ve hemen her gün çatışma ve şehit haberleri gelmeye başladı. Bu hava, çok zehirli bir hava ve bir bütün olarak can çekiştiriyor. Her hadiseden olduğu gibi, yeniden alevlenen ya da alevlendirilen terör hadiselerinden de ders ve ibret almak durumundayız. Acaba, şehit haberlerinin gelmediği günler iyi değerlendirilmedi mi? Ele geçen imkânlar ve fırsatlar heba mı edildi? En başta Türkiye’yi idare edenler olmak üzere hepimiz bu soruyu sormalı ve ikna edice cevapları bulmalıyız.
Bir noktayı daha unutmamak lâzım: Şehit haberlerinin gelmediği günlere sahip çıkan ve bu süreçten övünen idarecilerimiz, içinde bulunduğumuz ‘ateşli süreç’i görmezden gelemezler. Yani, “Bakın, artık şehit cenazeleri gelmiyor. Terör sona eriyor. 35 yıllık bir problemi bitirdik” anlamında konuşmalar yapan yöneticiler, mevcut halin sorumluluğunu başkalarına havale edemezler.
Terörün yeniden azacağı yolunda tahminler yapılıyordu. Hatta, “Yaz ayları sıkıntılı olacak” diyen çok sayıda uzman vardı. Ne yazık ki bu tahminler, geçikmeli de olsa gerçekleşti. Terörün, bir anlamda ‘geçiş dönemi’ sayılan ve yeni hükümetin kurulamadığı günlerde alevlenmesi de her halde tesadüf değildir. Normal bir iktidar olsa, seçim sonrası ve seçim dönemi olmamış olsa meseleler çok daha derinlemesine tahlil edilip tartışılabilirdi. Her an değişmesi muhtemel siyasî şartlar, terörün azmasına ve alevlerin her yanı kaplamasına sebep oluyor.
“Çözüm süreci”nde ciddi hatalar yapıldığını ekseriyet tarafından kabul ediliyor. Keşke, o günlerde yapılan ikazlar ve hatırlatmalar dikkate alınsaydı. Her ne kadar ‘akil adamlar’ ekibi kurulduysa da, cemiyetten yükselen talepler, idarecilere tam yansıtılamadı. Daha doğrusu, ikazlar ve itirazlar; idareciler nezdinde itibar görmedi. “Her şeyi biz biliriz. En iyisini biz yaparız” anlayışı bu hususta da etkili oldu ve köklü tedbirler alınmadı. Neticece, bir an önce kurtulmak istediğimiz yeni bir ‘ateşli süreç’e savrulmuş olduk.
Maksadımız kimseyi kınamak değildir. Terörle mücadele en zor işlerden biridir. Elbette çaresiz değildir, ama çareyi uygulamak da her babayiğidin harcı değil. Uzun dönemi düşünüp, bugün sağlam temeller atılmadıktan sonra kısa süreli çare bulmak mümkün görünmüyor. Yarım asrı aşan bir yaranın kısa bir sürede hem de ‘pansuman’ ile tedavi olduğu nerede görülmüştür? Mutlaka, ehil kişiler tarafından bir ‘ameliyat-ı cerrahiye’ lazımdır ki bu yara kalıcı olarak tedavi olabilsin.
Bazıları ‘slogan’ olarak görebilir; ama terör konusunda da çare ve çözüm Risale-i Nur Külliyatındadır. Onun hakikatleri hazmedilse terör berhava olur, kesin olarak sona erer. İdareciler adaletle hükmetsin ve Bediüzzaman’ın tavsiyelerini mutlak surette dikkate alsınlar. Başka da çaremiz yoktur.
Bir yılı değil, bin yılı düşünürsek terörü sona erdirebiliriz inşallah...