Filistin’de yaşananları tam anlamıyla bilmiyoruz. Görünüşte Filistin’de yaşanan her hadiseden haberdar oluyoruz, ama tepkimiz sadece sözde kalıyor. Bu hususta, imkânlarımızı tam olarak kullandığımız ve İsrail’i ikaz ettiğimiz söylenemez.
Filistin Kurtuluş Örgütü’ne (FKÖ) bağlı Esir İşleri Heyeti’nin 17 Nisan “Filistinli Esirler Günü” münasebetiyle yayınladığı rapor, yaşanan acıları rakamlarla anlatıyor. Raporda, “1967 yılından Nisan 2015’e kadar aralarında 15 bin kadın ve binlerce çocuğun da bulunduğu yaklaşık 850 bin Filistinlinin, İsrail güçleri tarafından tutuklandığı veya gözaltına alındığı” belirtilmiş.
Yarım asır süren bir zulümden ve neredeyse bir milyon insanın gözaltına alınması ya da tutuklanmasından bahsediliyor. Filistin’de yaşayan ve bu zulümden etkilenmeyen hiç kimse yok. Peki, İslâm dünyası ve elbette Türkiye, yapması gerekenleri yapmış olsa İsrail zulmünü bu derece şiddetlendirebilir miydi?
İsrail’in, 28 Eylül 2000’de başlayan Aksa İntifadası’ndan bugüne kadar “10 binden fazlası çocuk, bin 200’ü kadın, 65’i eski bakan ve milletvekili olmak üzere 85 binden fazla kişiyi” tutukladığı aktarılan raporda, 24 bin Filistinli hakkında da idarî tutuklama kararı alındığı ifade edilmiş. (AA, 17 Nisan 2015)
Raporda ayrıca haklarında bir veya birkaç kez müebbet cezası verilmiş 478 kişi, 18 yaş altı 205 çocuk, 21 kadın, 480 idarî tutuklu, 13 milletvekili, 2 eski bakan ile 80’inde hayatî tehlike bulunan bin 500 hasta tutuklunun da aralarında bulunduğu 6 bin 500 kişinin, halihazırda İsrail hapishanelerinde tutulduğu da hatırlatılmış...
İsrail’in yaptığı zulmü bu rakamlar bile anlatmaya yetmiyor. Raporda, Hamas tarafından esir alınan Gilad Şalit adlı İsrail askerinin serbest bırakılması karşılığında varılan takas anlaşmasıyla salıverilen 85 Filistinlinin tekrar tutuklandığı da ifade edilmiş.
Tutuklama operasyonlarında, çocukların da hedef alındığına dikkat çekilen raporda, 2014’te bin 266, bu yılın ilk çeyreğinde de 200 olmak üzere 4 yıl içinde 3 bin 755 çocuğun gözaltına alındığı belirtilmiş. Filistin’de özgürlüğüne kavuşan ilk mahkûm olarak bilinen Mahmud Bekir Hicazi’nin İsrail tarafından serbest bırakıldığı gün olan “17 Nisan”, 1974’ten bu yana her yıl “Filistinli Esirler Günü” olarak kutlanıyormuş, bunu da hatırlamış olalım.
İsrail’in sadece İslâm ülkelerini değil, bütün olarak ‘dünya’yı dikkate almadığı, hile ve entrikalarla iş gördüğü bilinen bir durum. Bu hilelere karşı kararlı bir tavır ortaya koymak lâzım. Her defasında ifade etmeye çalışıldığı üzere, İsrail’e ya da benzer şekilde zulümle iş görenlere karşı sözden ziyade icraat ortaya koymak lâzım. Türkiye’yi idare edenler, söz ile İsrail’i kınıyor; ama meselâ ticaret ve askerî işbirliğini devam ettiriyorlar. Tabiî ki bu çelişki, İsrail’i değil dizginlemek; daha da azgınlaştırmış oluyor. Bu noktada diplomasinin bütün imkânlarını kullanmak ve hür dünya ile birlikte hareket etmek icap ediyor. Hatırlanacağı üzere, son yıllarda ve aylarda Amerikalı yöneticiler de İsrail’e ciddî eleştiriler yöneltiyor. “Bunlar samimî değil, el altından işbirliği yapıyorlar” denilebilir. Fakat kamuoyu önünde sarf edilen sözler, İsrail’i zora sokabilecek beyanlardır. Türkiye ve diğer İslâm ülkeleri, bu sözleri ve beyanları gündeme getirerek İsrail’e ‘dur’ demenin yollarını aramalı.
Kabul etmek lâzım ki, İsrail’in Filistin üzerindeki haksızlığı ve zulmü sona ermiş olsa; başta Ortadoğu olmak üzere dünyanın pek çok yerindeki zulüm ve haksızlık da sona ermiş olur.
Dünya, Filistin’in çığlığını duymalı...