Devlet memurları arasında en dertli olanlardan biri de öğretmenlerimizdir.
Bir taraftan veliler, bir taraftan devlet idarecileri, bir taraftan da öğrenciler öğretmenlerimizi eleştirir. Elbette her eleştiride bir haklılık payı vardır, ama “Vur, fakat dinle” prensibi gereği öğretmenlere de kulak vermek, onların sıkıntılarını da dinlemek, bilmek ve çare bulmak durumundayız.
Asıl problem eğitim sistemini bir bütün olarak ele almamaktan kaynaklanıyor. Sadece öğretmenlerin sıkıntılarına çare arayarak eğitim sistemini düzeltmek mümkün değil. Hele hele meseleye sadece maddî imkânlar noktasında bakmak kadar yanlış bir tercih olamaz. Elbette öğretmenlerin öncelikli olarak maddî sıkıntıları çözüme kavuşturulmalıdır, ama mesele sadece ‘para’ da değildir.
12 Eylül 1980 darbesinin bir ‘hediyesi’ olan Öğretmenler Günü’nün eğitim sisteminin dertlerini tartışmak için vesile olması önemli. Öğretmenlerin dertlerini en iyi öğretmenler bilir. Bu sebeple öğretmenlere söz hakkı vermek icap eder. Öğretmenleri temsilen Eğitim-İş’in yaptığı anketten çıkan neticelere bakmakta fayda var. İşte bazı rakamlar:
Öğretmenlerin yüzde 36’sı kendisine ait evi yok. Yüzde 36’sı ev kredisi ödüyor. Yüzde 32’si kirada oturuyor.
Yüzde 21’i çocuklarının eğitimi için kredi çekti. Yüzde 25’i ek iş yapıyor. Yüzde 47’si ikiden fazla kredi kartı kullanıyor. Yüzde 22’sinin esnafa, yüzde 25’inin şahıslara nakit, yüzde 52’sinin herhangi bir bankaya, yüzde 52’sinin kredi kartı borcu var. Yüzde 30’u kredi kartının sadece asgarî borcunu ödeyebiliyor. Yüzde 24’ü borçla geçiniyor, yüzde 32’si maddî yardım alıyor. Yüzde 70’i tatilini evinde ya da köyünde geçiriyor. Yüzde 80’i her gün bir gazete, yüzde 62’si her ay bir kitap alamıyor. Öğretmenlerin yüzde 60’ı gelecekten ümitli değil. Öğretmenlerin yüzde 64’ü özgürce fikirlerini açıklayamıyor. (www.egitimis.org.tr)
Bu tablo netice itibarıyla bir ankete, bir araştırmaya bağlı olarak ortaya çıktığı için rakamlara itiraz edenler olabilir. Hata payı göze alınsa bile ortada üzücü bir tablo olduğunu kim inkâr edebilir? Evi olmayan, borç içinde yüzen, bakkala veresiye borcu olan, kredi kartlarının limitleri dolmuş binlerce öğretmen yok mu? Bilhassa büyük şehirlerde yaşayıp da öğretmen maaşıyla rahatça geçinebilen kaç öğretmen çıkar? Türkiye gerçekleri ve rakamlar ortada değil mi?
O halde ne yapılmalı? Tabloyu görüp çare aramak durumundayız. Eğitime büyük yatırımlar yaptık, okulları depreme dayanıklı hale getirdik demek yetmiyor. Elbette bu yapılanlar tebrik edilmeli, ama öğretmenler başta olmak üzere eğitim sistemindeki sıkıntılar da görülmeli.
Hadisenin maddî yönünü bir kenara bıraksak bile ortada yine ciddî bir problem var. Her ne sebeple olursa olsun fikrini, zikrini, düşüncesini açıkmayamayan öğretmen olur mu? Olmamalı, ama oluyor. Hele günümüzde fikrini ve zikrini açıklayan bir öğretmen bir değil bin yerden ikaz alabilir. Tabiî ki fikrini açıklamak siyasî görüşünü beyan etmek ve öğrencileri bu yöne teşvik olarak yorumlanmamalı. Öğretmenlerimiz eğitimin içinde bulunduğu sıkıntıları gönül huzuruyla dile getirebiliyorlar mı? Düşündükleri çareleri ve çözüm yollarını ulaştırabilcekleri bir zemin, bir yol bulabiliyor mu?
Bunları yapamadıktan sonra velev ki maddî sıkıntılar olmasın; eğitimdeki problemler devam ediyor demektir. Hem öğretmen, hem talebe, hem de velilerin sıkıntılarını sona erdirecek çareler ve çözümler bulalım. Tabiî ki beraber ve birlikte...