BM Genel Sekreterliği görevini Ban ki Moon’dan devralan yeni Genel Sekreter Antonio Guterres, “Toplumları bölmeye ve komşuları ‘öteki’ haline getirmeye çalışan kötü niyetli eylemlere karşı hep birlikte mücadele edelim” çağrısı yapmış.
BM’de, ABD, Kanada, İslâm İşbirliği Teşkilâtı (İİT) ve Avrupa Birliği (AB) ortaklığıyla “Müslüman karşıtlığı, ayrımcılık ve nefret ile mücadele” konulu bir forum düzenlenmiş. Foruma İsviçre’den gönderdiği video mesajla katılan Genel Sekreter Antonio Guterres, tolerans, karşılıklı anlayış, farklı görüş ve inançlara saygının önemini hatırlatmış.
Müslümanlara karşı nefret suçları, antisemitizm, yabancı düşmanlığı ve ırkçılığın yükselişte olduğunu hatırlatan Guterres, birçok kişinin hoşgörüsüzlük ve şüphenin kurbanı olduğunu da söylemiş.
İnsanların her nerede olursa olsun aidiyet hissine sahip olmaları ve aynı zamanda kültürel değerlerinin de saygı görmesi gerektiği üzerinde duran Guterres, “Farklılıklar tehdit olarak değil zenginlik olarak görülmeli” tesbitini de ilâve etmiş. (AA, 18 Ocak 2017)
Farklılıkların tehdit olarak değil de zenginlik olarak görülmesi, inancımızın da bize hatırlattığı bir gerçek değil mi? Türkiye’de ve dünyada çok sayıda kişinin ‘şüphe’lerin kurbanı olduğu da inkâr edilebilir mi? Şüphe ile hareket edenlerin isabetli adımlar atması çok daha zor değil mi?
BM Genel Sekreterinin bu tesbiti önemlidir. “Söz ve tesbit iyi, ama uygulama imkânı var mı?” diye sorulabilir. Doğrudur, uygulama imkânı kolay olmasa da dünyadaki bütün iyilerin mümkün olduğu kadar ortak noktalarda bir araya gelip “bütün kötülere ve kötülüklere karşı” durması gerekir. Bazılarının anlamadığı ya da anlamak istemediği mesele budur. İnsanlığı tehdit eden ortak kötülere ve kötülüklere karşı ülke olarak tek başımıza ve hattâ ‘İslâm dünyası’na mensup ülkelerle birlikte bile karşı koymaya gücümüz yetmeyebilir. O halde başka dünyanın insanlarıyla ve dünyanın başka ülkeleriyle de bu noktada birlik ve beraberlikler kurulabilir ve kurulmalıdır. Cinayetlere, teröre, fakirliğe ve cehalete kim itiraz ediyorsa onlar bir araya gelmeli ve bütün fenalıklara bir ve beraber itiraz etmeli.
Amerika’da, düzenlenen aynı toplantıda konuşan AB İnsan Hakları Özel Temsilcisi Stavros Lambrinidis de Müslüman mültecilerin potansiyel suçlu olarak yaftalanmasına itiraz ederek, “Onların tek suçu savaş olan bir ülkede ya da aşırı yoksulluğun hüküm sürdüğü bir bölgede doğmak” demiş.
Kişileri doğduğu yer ve mensup oldukları aidiyetleri üzerinden itham etme devri geride kalmalı. İnsaniyet noktasında bu doğruları dile getirenlerle ittifak kurmak hem Türkiye’nin hem de İslâm dünyasının menfaatinedir. Doğruları ifade edenler ‘yabancı’ diye sahip çıkmamak olur mu?
Dünyadaki iyiler el ele verirse, fenaların galip gelmesi mümkün olmaz. Türkiye bu noktada öncü rol oynayabilir. Bu nokta ihmal edilmemeli.