Milletin menfaatine olan işlerin ve atılması icap eden adımların ertelenmesi ve ötelenmesi, Türkiye’yi idare edenlerin umumî bir hastalığıdır. Bu noktada, zarara rızası ile girenler gibiyiz.
Avrupa Birliği üyeliği maceramız da bunlardan biri. Türkiye’nin AB’ye üye olmasının iyi olduğu ilân edilir, bunun bir ‘devlet politikası’ olduğu da ilâve edilir; ama sıra üyelik için atılması icap eden adımlara gelince derin bir çelişki sergilenir. İdarecilerin bu noktadaki tavrı, “Brüksel’de doğru söyler, Ankara’da şaşırır/inkâr eder” şeklinde özetlenebilir.
Türkiye, AB’ye üye olmak istiyorsa, bunu AB yöneticileriyle ‘kavga’ ederek başarabilir mi?
Memur - Sen’in “Yeniden Büyük Türkiye Kongresi”nde konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan şöyle demiş: “Biz Avrupa’nın günah keçisi değiliz. Biz Avrupa’nın keyfince eleştireceği, kendisi aynaya bakmadan söz söyleyeceği, hele hele parmak sallayacağı, hele hele azarlamaya kalkışacağı bir ülke hiç değiliz.” (http://www.cnnturk.com, 26 Aralık 2014)
Muhtemelen bu konuşma alkışlanmıştır. İnsanların enaniyetini okşayacak sözler ve tavırlar ilk önce faydalı gibi görünse de neticeleri itibarıyla ‘zehirli bal’ gibidir. “Bak, ne güzel konuştu. Avrupa’ya kafa tuttu. Kimse bize yan bakamaz” demek gururları okşayabilir, ama doğru değildir. Böyle bir sözün arkasında durabilmek lâzım. Bugünkü şartlarda böyle bir sözü Amerika yöneticileri bile söylemez... Belki söylemeleri mümkün olur, ama siyaseten ve diplomatik dil sebebiyle söylenmez. Dolayısıyla Türkiye’yi idare edenlere düşen, iş yapmak olmalı. “Keskin sirke küpüne zarar” tavrını ortaya koymak belki oy ve destek getirir, ama kaybeden yine millet olur.
Türkiye’nin AB’ye üye olmasının engellendiği doğrudur, ama bu engelleme gerçekten kimden kaynaklanıyor? Şu tesbite bakalım: “Türkiye, 50 yıl değil 10 yıldır (17 Aralık 2004’ten beri) AB üyeliğini hedeflemektedir. Üyeliğin gecikmesinin en önemli sebebi, bu on yıl boyunca Türkiye’yi tek başına yönetme imkânını elinde bulunduran AK Parti iktidarının bugün Avrupa’yı bir bütün olarak karalama kampanyası yürütmesidir. Türkiye’nin AB üyeliğindeki gecikmenin sorumluluğu, başta Başbakan ve Avrupa Bakanı olmak üzere AK Parti hükûmetlerine âittir, yetkisiz ve sorumsuz Cumhurbaşkanı’na değil.” (Levent Köker, Zaman, 25 Aralık 2014)
Benzer bir tesbit de AKP’nin kurucularından ve Dışişleri eski bakanlarından Yaşar Yakış’tan gelmiş.
1961’de girdiği Dışişleri Bakanlığı’ndan, emekli olduğu 2001 yılına kadar yurt içi ve dışında birçok önemli vazifede bulunan Yaşar Yakış şöyle demiş: “Ben (AK Parti) partiyi kurduğumuz zamanki bizleri motive eden -Kendi adıma söyleyeyim, belki diğerleri başka duygularla motive olmuşlardır- beni motive eden duyguları şu anda görmüyorum partide. Benim bu partiyi kurarken zihnimde geçen idealler; işte ‘AB sürecinde ilerleyeceğiz, Türkiye temel hak ve hürriyetlerden daha fazla yararlanıldığı bir ülke olacak, demokrasimiz mesafe kaydedecek.. (...) Öyle bir rüzgâr yakalamıştık biz. O rüzgâr şu anda kayboldu. O günlerdeki heyecanı şimdi göremiyorum.” (Cihan bülteni, 27 Aralık 2014)
Ülkemizin her türlü darbe ve darbeci anlayıştan uzaklaşması biraz da AB’ye üyelik yolculuğu sebebiyle gerçekleşmedi mi? Millet menfaatine olan bu yolculuğun ertelenmesi millete bir fayda sağlar mı?
Türkiye’nin; AB’ye üyelik hedefinin ertelenmesine değil, gerçekleşmesine ihtiyacı var...