Türkiye’nin Avrupa Birliği yolculuğu bakımından önemli bir gündeyiz. AB ile Türkiye arasında “tam üyelik müzakeleri”nin başlamasının 10’uncu yıl dönümü gelip çattı.
Belki resmî açıklamalar, beyanlar olacak; ama ortada AB ile ilgili bir tartışma, bir müzakere, üyelik noktasında bir müjde duyulmuyor.
AB konusunun gündeme geldiği her defa, üyelik yolundan geri adım atılmaması icap ettiğini ifade etmeye çalışıyoruz. Ülkemizin AB üyesi olmasına itiraz edenler sadece Avrupa’da değil, Türkiye’de de vardır. İtirazların bazı haklı yönlerinin olması da mümkündür. Ancak, bir ‘fayda’ tamamıyla elde edilmezse, tamamıyla da terk edilmesi icap etmez. Tam üyeliğin 9 faydası ve 1 zararı varsa, bu durum üyelikten vazgeçmeyi gerektirir mi? Tartışmanın özünde bu mesele olmalıdır.
Nasıl ki ülkemizde AB’ye üye olmak istemeyenler vardır, aynı şekilde Avrupa Birliği’nde de Türkiye’nin tam üyeliğine itiraz edenler vardır ve olması da işin tabiatı gereğidir. Avrupa Birliği’ne bakışımız, “İki Avrupa var” prensibine uygun olmalı.
Bilindiği üzere bu orijinal tasnifi Bediüzzaman Hazretleri yapmış ve şöyle demiştir: “Yanlış anlaşılmasın, Avrupa ikidir: Birisi, İsevîlik din-i hakikîsinden aldığı feyizle hayat-ı içtimâiye-i beşeriyeye nâfi san’atları ve adalet ve hakkaniyete hizmet eden fünunları takip eden bu birinci Avrupa’ya hitap etmiyorum. Belki, felsefe-i tabiiyenin zulmetiyle, medeniyetin seyyiâtını mehâsin zannederek beşeri sefâhete ve dalâlete sevk eden bozulmuş ikinci Avrupa’ya hitap ediyorum.” (Lem’alar, On Yedinci Lem’a, Beşinci Nota, s. 291)
Birinci Avrupa, adalet ve hakkaniyete hizmet eden Avrupa. İkinci Avrupa ise, medeniyetin kötülüklerini iyilik zannederek insanlığı bataklığa sürükleyen Avrupa... Meselenin özü budur. Bu tasnifi yapmadan toptan bir yaklaşımla Avrupa Birliği’ne itiraz etmenin bir anlamı yok. Aksi tutum ve davranış, kendi ayağına kurşun sıkmak ya da bindiği dalı kesmekten farksızdır.
Maalesef, Türkiye’yi idare edenler bu tasnifi yapmadığı ya da yapamadığı için toptan bir anlayışla Avrupa Birliği’ne üyelik noktasında adım atmak istemiyorlar. Sığındıkları bahane, “AB bizi üye olarak istemiyor” şeklindeki slogandır. İyi de, Türkiye, üyelik şartlarını yerine getirdi de buna rağmen AB yöneticileri itiraz mı etti? Öyle bile olsa, Türkiye’nin AB üyesi olmasını samimî olarak isteyen “İkinci Avrupa” ile ittifak etmek niçin bu yöneticilerimizin aklına gelmez? “Birinci Avrupa/AB” Türkiye’ye engel çıkarıyorsa, “İkinci Avrupa/AB” ile muhatap olmak gerekmez mi?
Türkiye’yi idare edenlerin hatası, “İki Türkiye” olduğu gibi “İki farklı Avrupa” olduğunu görmemektir. Hem, AB üyeliği için iç politikada olduğu gibi ‘kavga’ ile yol almanın mümkün olmadığı da görülmeli. İkide bir AB yöneticileri ile ağız dalaşına girip, “Tam üye yapmazlarsa yapmasınlar. Biz de ‘Ankara Kriterleri’ der yolumuza devam ederiz” demek isabetli bir tercih midir?
Bazı zarar ve ziyanlara rağmen Türkiye’nin AB’ye tam üye olmasında milletin ve memleketin faydası vardır. Bir kaybedip, beş kazanan zarar etmez. Türkiye, kendi menfaati gereki AB’ye tam üye olmak için gayret sarf etmelidir.
“Büyük Türkiye”nin ezanıyla, bayrağıyla, minaresiyle velhasıl kendi değerleriyle, AB üyesi olmasında fayda var.