Türkiye’nin dertlerinin kolay bitmeyeceğini hepimiz biliyoruz. Hem ekonomik hem sosyal hem de siyasî dertlerimiz vardır.
Hepsinden önemli olan, terör gibi neredeyse yarım asrımızı alıp götüren, maddî ve manevî yıkımlara sebep olan bir derdimiz var. Ekonomik, sosyal ve siyasî dertler bir yana, terör derdi görmezden gelinebilir mi?
Sadece Türkiye’de yaşayanlar değil, Avrupa da terör sebebiyle başı dertte olan ülkemiz için endişeli. Bu endişede samimî olup olmadıkları ayrıca tartışılabilir, ama ‘insaniyet’ noktasında insaflı olanların varlığını da inkâr edemeyiz. Bunun bir sebebi de dünyanın hükmen küçülüp bir ‘köy’ hükmüne gelmiş olmasıdır. Köyün bir başındaki ‘yangın’ın bütün evleri tehdit etmesi gibi, dünyanın bir yerindeki terör, dert ve sıkıntı; öbür yandaki ülkeleri de etkilemektedir. Bu yönüyle bakıldığında ‘savaş’tan kazananlar olduğu gibi, ‘barış’tan kâr eden zenginler de vardır.
Avrupa Parlamentosu Türkiye Raportörü Kati Piri’nin Türkiye’nin güneydoğusundaki durumun büyük endişe kaynağı olduğunu ifade etmesi belki böyle yorumlanabilir. Piri, yaz aylarından bu yana alandaki durumun günden güne (olumsuz anlamda) tırmandığını söylemiş.
Yazılı bir açıklama yapan AP Sosyalistler ve Demokratlar Grubu Üyesi Kati Piri, Türkiye’nin terörle mücadele hakkını sorgulamadıklarını ve PKK’nın saldırılarının asla meşrû gösterilemeyeceğini belirtip sokağa çıkma yasaklarını ‘toplu cezalandırma’ya benzetmiş.
Aynı konuda ‘endişe’lerin dile getiren Sosyalistler ve Demokratlar Grubu Başkan Yardımcısı Knut Fleckenstein da Türkiye’de bütün etnik ve dinî grupların barış içinde bir arada yaşamasının ancak siyasî çözümle mümkün olabileceğini söylemiş. Bu arada, Avrupa Parlamentosu’nun Sosyalistler ve Demokratlar Grubu’ndan bir heyetin önümüzdeki ay bölgede incelemelerde bulunacağı da açıklanmış.
Dünyanın küçük bir köy haline geldiğini gösteren bu gelişmeler üzerine, “Biz bize yeteriz” diyebilir miyiz? Desek, bizi dinlerler mi? Keşke, hepimiz işimizi en iyi şekilde yapabilsek ve müdahane anlamına gelecek adımlara imkân ve ihtimal verilmese. Terörün tırmanması ve hemen her gün şehit haberleri gelmesi ‘aklı başında herkes’i endişelendirmesi gerekmez mi? Endişe duyarak çare aramak durumundayız. Nasıl ki hastalıklar sebebiyle ‘endişe’ duyup ehil hekimlere müracaat ediyoruz, aynı şekilde terörün tırmanışından dolayı da endişe duyalım. Tabiî ki bu endişe, akılla hareket etmemizi devre dışında bırakmamalı.
Türkiye’yi idare eden bazı idarecilerin, yaşanan hadiseleri görmezden gelme hatasına düştüğü görülüyor. Hastalıkları, yaraları görmeyerek tedavi etme imkânı var mı? Hatayı, hastalığı, yarayı göreceğiz ki doğru teşhis koyup doğru tedavi uygulayabilelim. “Harici el”lerin bu işlere karışmasını istemiyorsak, o zaman “iş”imizi tam ve doğru yapacağız ki harici ellere bahane kalmasın.
Endişe duyalım, ama endişeye kapılmayalım. Her derdin olduğu gibi terör hastalığının da kalıcı çaresi vardır. Arayalım, bulalım.