Günün her vaktinde hak, hukuk ve adalet talep etmek gerekirken olumsuz propagandaların tesiriyle ‘adalet’ kelimesinden rahatsızlık duyulmaya başlandı.
Oysa adaletin mülkün temeli olduğu umumi kabul gören bir tesbittir.
Adaletin kabul gören belli bir tarifi vardır. Kimilerin haksızlıklarına ‘adalet’ ismi vermek istiyorsa ona da itiraz edilmeli. İşi ehline vermek de adaletin bir gereği değil mi?
Türkiye’de bir asırdan beri devam ettirilen yanlış bir propaganda vardır. Her şeyin en iyisinin ‘biz’de olduğu anlatılır. Bu yanlış kanaat, daha yanlış bir slogan haline de getirilmiş ve maalesef neredeyse eğitim sisteminin temeline yerleştirilmiştir: “Bir Türk dünyaya bedeldir!” Türkiye ve dünya gerçeklerine ters bundan daha yanlış bir slogan olabilir mi?
Bazı idareciler de yaptıkları icraatlarla bilmânâ ‘adalet’in karın doyurmadığını ifade edip; bunun yerine yol, fabrika, füze, tank ve silah yatırımlarının ‘en iyi’ olduğunu söylerler. Böyle düşünenlere göre adalet çok önemli değil, önemli olan paradır, kalkınmadır, yoldu, füzedir, uydudur.
Mutlaka bunlar lâzım ve iyidir ama asıl iyi olan, asıl zenginlik sebebi olan hak, hukuk ve adaletin iyi işliyor olmasıdır. Bunu anlamak için ortalama her 10 yılda bir krizlerle karşılaşmak icâb etmez. Bediüzzaman’ın “Ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam” tesbiti aslında bunu ilân eder. Türkiye’nin tartışması gereken konu bu olmalı. Ne zaman ki ‘önce hürriyet’ diyebilecek seviyeye gelinir, o zaman kolayca ‘ekmek’ de bulabiliriz.
Başbakanlık eski basın danışmanlarından gazeteci yazar Kemal Öztürk de adalet ihtiyacını dile getirirken, “Bir devletin en büyük gücü ordusundan değil, sağlıklı işleyen, adaletli düzeninden gelir” demiş.
Öztürk’ün, idarecilerimizin çok da menmun olmayacağını tahmin ettiğimiz tesbitlerinin bir kısmı da şöyle: “Bir devletin hazinesinin dolu olması, onun iyi bir düzen kurduğu anlamına gelmez. Bakınız Körfez ülkeleri. Bir devletin ordusunun büyük, silahlarının çok olması, o devletin güçlü ve huzurlu olduğu anlamına gelmez. Bakınız Kuzey Kore. Bir devletin yollarının geniş, köprülerinin çok, barajlarının dolu olması, o devletin milletine âdil ve huzurlu bir hayat sunduğu anlamına gelmez. Bakınız Çin ve ABD.
Sokağında kargaşa olan bir ülkenin devleti iyi bir sistem kurmamış demektir. Devletler işletmelere benzer. En ücra köşelerinde bile sorun yaşanmıyorsa o ülkenin devleti ve başkenti iyi çalışıyor demektir. Eğer ülkenin sokağında kargaşa varsa, düzensizlik varsa, kirlilik varsa, huzur yoksa ve herkes, ‘başkentte ne oluyor?’ diye soruyorsa, oranın devlet sisteminde bir sorun var demektir. (...) Her şeye başkentten, merkezden müdahale eden bir devlet sistemi, tüm inisiyatifleri elinde tutuyor demektir. Böyle bir devlet sistemi uzun soluklu olmaz, tıkanır. (...) Bir devletin en büyük gücü ordusundan değil, sağlıklı işleyen, adaletli düzeninden gelir. Bir millete güven veren şey silâh değil, âdil devlet düzenidir. Bilmem anlatabildim mi?” (Yeni Şafak, 29 Haziran 2017)
Öztürk’ün muhatap aldığı kişilerin bu tesbitleri anlayıp anlamadığını bilemeyiz, ama mutlaka anlayanlar da çıkacaktır.
En büyük güç ve asıl zenginliğin adalet olduğunu anladığımızda inşâallah geç kalmış olmayız.