Eğitim meselesi ülkemizin en büyük derdidir ve mutlaka bir hal çaresi bulmak mecburiyetindeyiz.
Eğitimi sadece okul, diploma ve bina üçgeninden ibaret olarak düşünürsek yanılırız. Bunları da düşünmeliyiz, ama asıl planlamamız gereken şey; eğitimin beşikten başladığı ve mezara kadar davam ettiği gerçeğidir.
Eğitim sisteminin daha verimli olması için atılacak adımların öğretmenlerden başlaması gerektiği hep söylenir. Doğrudur, ama daha önce atılması gereken adımlar da var. Bir eğitimci şu önemli noktaya dikkat çekmiş: “Eğitimi verenin; adanmış öğretmenler, iyi hazırlanmış müfredat olduğunun eğitimi anlamaları için, Milli Eğitim’e eğitim şart. Tablete de, masa üstüne de gerek yok.” (Halis Kuralay, @halis_kuralay, 19 Aralık 2017)
Binalar ve müfredat elbette çok önemlidir ama bunun gerekli olduğuna önce Milli Eğitim Bakanlığının ve bürokratlarının inanması gerekmez mi? Bu bakımdan “Milli Eğitim’e eğitim” teklifi önemlidir. İşe buradan başlayabilirsek muhtemeldir ki çok daha kolay yol alabiliriz.
Öncü Okul Yöneticileri Derneği’nin bir toplantısında konuşan Prof. Dr. Aytaç Açıkalın da başka önemli bir konuya dikkat çekmiş. Prof. Dr. Açıkalın, okulların ve eğitim sistemimizin insana odaklanmak yerine yüzeysel projelerin peşine katıldığını hatırlatarak “Her okulun değil asıl her çocuğun bir proje olduğunu” söylemiş.
Üniversitede öğretmen yetişmeyeceğini, öğretmenliğe hazırlanabileceğini söyleyen Açıkalın’a göre “Üniversiteler, nitelikli öğretmen yetiştirmek istiyorsa iletişim, matematik, felsefe, tarih, sanat gibi ana alanlara dair derin okumalar yaptırmalı, öğretmen yetiştirme işini okula aktarmalı. Öğretmen, yetişmiş öğretmenin yanında yetişir. Onunla hemhal olan, öğretmenlik tecrübesini birlikte aktaran öğretmenlerimiz olmalıdır. Ayrıca öğretmenler 657’ye [Devlet Memurları Kanunu] tabii olmamalı, farklı bir yasa yapılmalıdır. Öğretmenlerin çalışma şartları ve ortamları çok farklıdır” şeklinde konuşmuş.
Türkiye’nin kurtuluşunun okuldan olacağına dikkat çeken ve “Bizim insan yetiştirmemiz gerekir” diyen Prof. Dr. Aytaç Açıkalın, okulların, proje adı altında gereksiz yere sıkıştırıldığını söylemiş. Her okulun değil her çocuğun bir proje olduğuna işaret eden Açıkalın, şöyle devam etmiş: “Milli eğitimin karakutusu okuldur. Eğitimin kurtuluşu da okuldan olacaktır. Okulun kritik noktası müdürdür. Okullar esnek olmalı ve okul müdürlerine bırakılmalıdır. Her okul değil her çocuk bir projedir. Okul müdürleri de büyük düşünmelidir. 500 öğrencisi 1000 velisi olan biridir okul müdürü. Okul müdürleri öğretmen kimliği taşımamalıdır. Farklı bir kimliğe ihtiyaçları vardır. Öğretmene ‘muallim’, öğrenciye ‘talebe’, okula ‘mektep’, eğitime ‘maarif’ demekle eğitim meselesi halledilemez. Türkiye eğitim sistemi ‘mektep’lerden kurtulmalıdır.”
Prof. Dr. Açıkalın, Türkiye’yi idare edenlerin memnun olmayacağı bir tesbit daha yapmış: Milli eğitimin başı ne zaman derde düşse öğretmen yetiştirme meselesine sarılır. Bizim öğretmenlerimiz iyi yetişmiştir, okul yöneticilerimizi geliştirmemiz gerekmektedir. Öğretmenden okul yöneticisi yapmak başarıyı getirmeyecektir. Yöneticilik ve öğretmenlik birbirinden ayrılmalıdır. Okul yöneticiliği meslek haline getirilmelidir.”
Eğitimci ile idarecinin ayrı olması işin tabiatı gereğidir. Çok iyi bir matematik öğretmeni, çok iyi bir okul müdürü olmayabilir. Hem çok iyi bir fizik öğretmenini okul müdürü tayin etmekle ‘çok iyi bir öğretmen’i öğrencilerden mahrum etmek anlamına gelmez mi?
Hem çok iyi öğretmenler yetiştirelim hem de çok iyi okul yöneticileri. Hepsinin çaresi işe MEB’den başlamak vesselam...