Milyonlarca öğrenci için yeni bir heyecanla 2016-17 eğitim yılı başladı. Hepimize hayırlı olsun, hayırlar getirsin inşallah.
Her fırsatta ifade etmeye çalışıldığı üzere eğitimin kalıcı gündem maddesi olmasında fayda var. Bu meseleyi sadece eğitim yılı başında konuşmakla halletmiş olmayız. Nihayetinde milyonlarca talebe ve veliyi ilgilendiren bir hadisenin bir gün, bir ay, bir mevsim konuşulması yetmez. Sıkıntıların tamamen ortadan kalkması zor olsa bile en aza indirmek için herkese iş düşüyor. Konuşa konuşa eğitimi arzu edilen noktalara getirebiliriz ve getirmeliyiz.
İlk, orta ve lise eğitimi nisbeten daha çok tartışılırken üniversitelerdeki eğitimi yeterince tartıştığımız söylenemez. Hemen her gün tekrarlanan ‘üniversite ile iş dünyası birlikte hareket etsin’ tavsiyesi ise ufukta bile görünmüyor. Elbette bazı üniversiteler ya da fakülteler iş dünyası ile, sanayici ile ortak çalışmalar yapıyordur. Fakat bu denizde katre misali kadardır.
Eğitim sisteminin onlarca problemi varken çıkarılan bir KHK (Kanun Hükmünde Kararname) ile yeni bir problem daha eklenmiş oldu. Son dakikada değişiklik yapılmazsa 2010’da uygulamaya giren ÖYP kapsamında yüksek lisans ve doktora eğitimlerini sürdüren, kadrolu olma hakları ise devlet tarafından garanti edilmiş 15 bin akademisyenin geleceği şu an belirsiz. 15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminden sonra çıkarılan Kanun Hükmünde Kararname’lerden biriyle, 15 bin kişinin daha önce YÖK tarafından garanti edilen kadro hakkı ellerinden alınarak bu karar kadrolarının bulunduğu üniversitelerin kararına bırakılmış.
Peki bu uygulama ne getirip ne götürecek? YÖK eski başkanlarından Yusuf Ziya Özcan konu ile ilgili olarak şunları söylemiş: “[Yeni üniversiteler açılmış olması sebebiyle] Bu işe başlarken ihtiyaç o kadar büyüktü ki, ilk hesaplarımıza göre 30-40 bin kadar öğretim üyesi almak zorundaydık. Fakat böyle bir rakamı hiçbir yerde bulmak mümkün değildi. Bir an önce yetiştirmeliyiz diye karar verdik. (...) Anadolu’nun yabancı dil bilmeyen, ama çok zeki çocuklarına da akademisyen olma şansı verelim diye düşündük. Çünkü bu sistemde lisanı biz öğretmeye karar verdik ve bu sistemi uyguladık. Çok da iyi çalışıyordu. (...) Bu yolla taşradaki okulların akademisyensiz kalma sorununu da halledecektik. Çünkü eşitsiz bir dağılım vardı ve bunun da önüne geçecekti.” (BBC Türkçe, 16 Eylül 2016)
15 bin kişiyi bir kalemde mağdur ederek üniversitelerin önü açılabilir mi? Muhtemeldir ki bu sistemi istismar edenler olsun. Varsa böyle yapanlar buna da hukuk sistemi karar vermeli. 40 bin kişiye ihtiyaç varken 15 bin kişilik bir sistem oluşturulmuş ve bu da devre dışı bırakılıyor. Üniversitelerin ‘öğretmen’ ihtiyacı nasıl karşılanacak?
“Kaş yapayım derken göz çıkarma”ya benzeyen bu ve benzeri uygulamalardan vazgeçmek lâzım. “Kötü”ler varsa adil bir şekilde ve ancak hukuk eliyle tesbit edilebilir. Aksi halde kalıcı mağduriyetlere kapı açılmış olur.
İlkokuldan son okula kadar eğitimin dertleri her an gündemde, masada, mecliste olmalı ki çare bulunabilsin. Açılış nutuklarından sonra bu meseleler müzakere edilse hepimiz için faydalı olur.
Zil çaldıysa derse geç kalmayalım!