Maddî ve mânevî zenginlik için ihmal edilmemesi gereken ilk şeyin eğitim olduğu her halde inkâr edilemez.
Bazı Avrupa ülkelerinin nüfusu kadar öğrencisi olan ülkemizin eğitime gereken önemi vermediği ya da kaliteli eğitim için şartları yerine getiremediği bir gerçek. Siyasetçisi de, ekonomisti de bu durumdan şikâyetçi. İdarecilerin, “Eğitim politikalarından başarısız olduk” anlamındaki itirafları bunun en büyük delili.
Ekseriyetle ilkokul, orta okul ve liselerdeki sıkıntılar dile getirilse de asıl meselenin üniversitelerde yaşandığı anlaşılıyor. Orta öğretimde öğrencilerin kabiliyetine göre tasnif edilmediği ve herkesin üniversitelere yönlendirildiği bir sistem var. Üniversitelere giriş bir dert, mezun olanların iş bulması ayrı bir dert. Binlerce üniversite mezunu gencin işsiz kaldığı ve bu tablonun kısa sürede değişmeyeceği de başka bir gerçek.
Üniversitelerin durumuna dikkat çeken yazar Taha Akyol, Türkiye’deki üniversite eğitimini İran’la kıyaslamış ve şöyle demiş: “Eğitim, bilim, üniversite deyince Güney Kore gibi ülkeler o kadar başarılıdır ki, bize hayal gibi gelir... Ben İran’la mukayese ediyorum. Uluslar arası kabul gören SJR (Scientific Journal Rankings) verilerine göre, bilimsel yayın sıralamasında, 2005 yılında İran 34. sıradaydı. İranlı bilim adamları o yıl içinde 8.182 bilimsel makale yayınlamıştı. Türkiye, 2005 yılında İran’ın çok önünde, 20. sıradaydı. Bilimsel yayın sayısı 20.519’du. On yıl sonra, 2015 yılında... İran on yılda 34. sıradan 16. sıraya çıktı. 2015’te bu ülkenin bilimsel yayın sayısı 39.727’dir. Türkiye ise 2015 yılında İran’ın iki basamak altında, 18. sıradadır! Bilimsel yayın sayısı 39.275’tir! Bundan önemli bir alarm olur mu?” (Hürriyet, 16 Haziran 2017)
Bugünkü tablo alarm veriyorsa yarınla ilgili tahminler umut veriyor mu? Akyol’a göre bu konuda da iyi işaretler yok maalesef: “Hatta bir endişemi de belirteyim. (...) 2020’lerde İran’ın daha da mı gerisinde kalırız diye endişeliyim! Üniversitelerden sorgusuz sualsiz yapılan tasfiyeler ve KHK’ların verdiği çekingenlik acaba yurtdışındaki bilimsel yayınlara makale yazmamızı olumsuz etkilemiyor mu? (...) Dekanlar, rektörler, YÖK, Millî Eğitim ve Cumhurbaşkanı bu problemi düşünmeli... (...) Üniversitelerimizin bazı istisnalarla ‘vasat’ olduğunu yazdığımızda YÖK Başkanı Prof. Yekta Saraç, ‘vasatın altında’ diye belirtmişti. (...) Asıl sorun bilime gereken önceliğin verilmemesi, üniversite binalarının yeterli sanılmasıdır. Türkiye, böyle devam ederse 2023, 2053 gibi hedefler retorikte kalır.”
Mesele ümitleri kırmak değil. Aksine gerçekleri görüp çare ve tedbir alınmasını gündeme taşımaktır. Mevcut durumdan memnun olan yoksa bu mesele masaya yatırılması ve âcil çareler aranmalı. YÖK Başkanı da üniversiteler için ‘vasatın altında’ diyorsa başka söze gerek var mı? Eğitime, ilme, araştırmaya, liyakata, ehliyete mutlak sûrette öncelik vermek gerekir.
Görünüşte üniversiteler ‘gül bahçesi’ gibi ama ortaya çıkan ilim ve araştırma sayısı ve kalitesi sevindirici değil. Mesele ‘bina’ ve ‘bizden yöneticiler’ meselesi değil. Bütün binalar ve yöneticiler ‘sizin’ olsa, ama ortaya ilim ve araştırma çıkmasa bir işe yarar mı?
Eğitimde her seviyedeki gidiş iyi değil maalesef. Yarını beklemeden dertleri görelim ve birlikte çare arayalım.