Duydunuz değil mi? Diyanet İşleri Başkanlığı, Risale-i Nur’u orijinaline uygun olarak basacak yayınevleriyle anlaşma yapmış ve belli sayıda basmalarına bir yıl süreli olarak ‘izin’ vermiş.
Bu haberi ‘müjde’ olarak duyuranlar var. Risale-i Nur’un basılması, yayılması ve daha da önemlisi okunması elbette bizi son derece memnun eder ve mesrur oluruz. Ancak, hadise sadece bu ‘müjde’ ile sınırlı mıdır?
Bu ‘müjde’yi verenler aynı zamanda isim vererek ya da vermeyerek Yeni Asya’yı eleştirmeyi vazife biliyorlar. Onlara göre Yeni Asya bu süreç zarfında ‘yanlış’ yaptı. Elbette bu iddia sahipleri böyle demekle kalmıyor, çok daha ağır itham ve iftiralarda bulunuyorlar; ama biz onların bu iftiralarını dahi tekrarlamak istemiyoruz. Çünkü biz, bu günü değil, bu yılı değil, yılları, yıllar sonrasını düşünüyoruz ve düşünmemiz icap eder.
Tekrar hatırlamak ve hatırlatmakta fayda var: “Bandrol yasağı” ve sonrasında Risale-i Nur Külliyatının yayın haklarının ‘devlet’e verilmesinden önce Yeni Asya dahil çok sayıda yayınevi bu eserleri serbestçe ve ‘devlet’ten ‘bandrol’ dışında bir izne gerek olmadan basabiliyordu. “Bandrol yasağı” başlayınca Yeni Asya bu uygulamaya ciddî olarak itiraz etti ve “Risale-i Nur eserleri şu kadar gündür basılamıyor” diye yazdı. Doğru değil miydi? Bugün için “Risale-i Nur’un basılmasına izin verildi” diyenler; bir anlamda “Bu güne kadar, şu kadar gündür izin yoktu” demiş olmuyor mu? Peki, aynı şeyi Yeni Asya söyleyince niçin kabahat oluyor?
Bu hadise, bu uygulama başladığı günden beri ne diyorsak, aynı sözlerin altına imzamızı atıyoruz: Risale-i Nur’u aslına sadık kalarak Diyanet de bassın, başka isteyenler de bassın. Asıl ve en önemli itirazımız, Risale-i Nur’un “her türlü hakkı”nın Diyanet de olsa “devlet”e verilmesinedir! Hiç kimse, “Üstad Bediüzzaman bu hakkın Diyanet’e verilmesini istemişti” diyemez. Risale-i Nur’da böyle bir ibare ve ifade de yoktur. Üstadımız, Diyanet’in Risale-i Nur’a sahip çıkmasını ve basmasını istemiştir, ısrarcı olmuştur, bu maksatla Risale-i Nur Külliyatını dönemin Diyanet İşleri Başkanına da göndermiştir. Buna itiraz eden yok ki! Diyanet’in bu eserleri basması için “yayın hakkına devletin el koyması”na gerek de yoktu.
İnsaflı olunsun! Diyelim ki 290 gün önce Risale-i Nur’u basabilen Yeni Asya (Neşriyat) bugün niçin basamıyor? Yeni Asya ne ‘suç’ işledi ki bu hak ona verilmedi? Beğenirsiniz ya da beğenmezsiniz; varlık sebebini Risale-i Nur’u yaymak, savunmak ve ona gelen hücumları def etmek olarak ilân eden ve yıllarca bu uğurda her türlü bedel ödeyen Yeni Asya, niçin devre dışı bırakılmak isteniyor? Maksat, Risale-i Nur’un sadeleştirilmesi ve tahrip edilmesini önlemek ise, Yeni Asya yıllarca bunun da mücadelesini vermedi mi? Risale-i Nur’un sadeleştirilmemesi gerektiğini her fırsatta ve imkânda savunan yine Yeni Asya olmadı mı? O halde, bir yıl önce Risale-i Nur’u basabilen Yeni Asya’yı cezalandırma gayreti kökten yanlış ve hata değil mi?
Risale-i Nur’un sadeleştirilmesi ve tahrip edilmesini önlemenin yolu, bu eserleri “devlet tekeli”ne vermek olamaz. Çok büyük bir hata yapıldı ve hatada ısrar ediliyor. İlk günden itibaren sorduğumuz şu sorunun cevabı verilmedi. Bu günkü gelişmeyi, yani Risale-i Nur’un “devlet tekeli”ne alınmasını “müjde” olarak duyuranlara soruyoruz: Mahkeme kadıya mülk olmadığına göre, yarın bir gün iş başına gelen idareciler bu eserlerin basılmasını sınırlandırırsa, hatta yasaklasa ne yapacaksınız? Böyle bir şey mümkün değil mi? Diyelim ki 70 yıl sonra gelen iktidar, bakanlık, o günkü yöneticiler “Yeter, bundan sonra daha basılmayacak” ya da “Sadece şu eserler ve size verdiğimiz şu metin basılacak” dese kanunen hakları yok mu (!)?
“Yarını değil, bu günü düşünüyoruz” diyorsanız çok yanlış yoldasınız. Doğrusu “bugün”ü değil, “yıllar sonrası”nı düşünmektir!
Yeni Asya’ya buğz edeceğinize, Risale-i Nur’un “her türlü hakkı”nı gasbeden ve el koyanlara buğz ediniz...