Eğitim sistemi, yöneticileri en çok uğraştıran işlerin başında gelir. Milyonlarca öğrenciyi iyi şekilde eğitebilmek kolay bir mesele değildir.
Milletimiz, “Şu okullar olmasa, Maarifi (Millî Eğitim Bakanlığı’nı) ne güzel idare ederdim” diyen yöneticiler bile tanımıştır. Yarı şaka yarı ciddî söylenen bu söz, bir yönüyle de hakikatin tesbitidir. Her ülkede eğitimden yana şikâyetler vardır, ama ülkemiz bu noktada epey ön sıralarda yer alıyor.
Öğrencilere din ve inanç konusunda verilmesi gereken eğitim de önemlidir. İnançlarla ilgili bilgilerin verilmediği bir eğitim sisteminde ‘iyi insan’ yetiştirmek imkânsıza yakındır. Elbette bu bilgilerin nasıl, ne ölçüde ve hangi metodlarla verileceği de ayrı bir konudur.
Türkiye, geçmiş yıllarda din eğitimi noktasında çok ciddî sıkıntılar ve çelişkiler yaşamıştır. 1950 öncesi yıllar acı hatıralarla doludur. Kur’ân okuma ve ibadetle ilgili meseleler ‘okul dışı iş’ gibi görülmüş, yetmemiş camilerde bile Kur’ân ve ilmihal bilgilerinin öğretilmesi engellenmiştir. Sonunda milletin taleplerine kulak veren idareciler, özellikle 1950 yılından sonra imam-hatip liselerinin önünü açmış ve milletimiz de bu okullara teveccüh etmiştir.
Bu okulların sayıca artması, ‘kalite’ tartışmasını da beraberinde getirmiş durumdadır. Bir ilahiyatçımızın şu değerlendirmesi örnek olarak gösterilebilir: “Hiçbir lise ve dengi okulu kazanma imkânı kalmamış gençleri, imam-hatip liselerine sevk etmenin yakın gelecekteki meyvelerine dair; (1) Ezanlar zevksiz okuyanlar yüzünden derunî tesirini kaybedebilir. (2) Mihrablar ve minberlerde kendini zor ifade edenler yüzlerce mü’mine iğreti imamlık yapmak zorunda kalabilir. (3) Müftülük gibi önemli bir mevkiye gelenler imam, müezzin ve kayyim gibi Diyanet teşkilâtında vazife yaparken bu kurumun saygınlığı ayaklar altına düşebilir. (4) Maddî manevî dertlerimizin ilâcı olan Kur’ân’ı okuyanlar kulaklarımızı tırmalayan sesler ile mü’minleri camiden ve cemaatten kaçırtabilir. (5) Millete moral vermesi gereken İmam-Müezzin ve din görevlileri yüzünden insanlar dinden uzaklaşabilir. Hasılı çok kıymetli şeyler var ki, kıymetsiz ve değersiz bir insan elinde görüldüğü zaman insanlar onu da ‘kıymetsiz’ olarak kabul ederler.”
Bir ilahiyatçı / akademisyene ait bu değerlendirmeler bazılarının hoşuna gitmemiş olabilir. Ama hemen ifade edelim ki mesele ‘yara’nın farkında olmaktır. ‘Yara’yı görmezsek, çare arayıp bulmayız ve Allah muhafaza yara ‘kangren’ olur. Dolayısıyla bu ikazları ciddiye almak ve gereğini yapmak hepimizin vazifesi. İmam-hatip liselerindeki eğitimin sıkıntılarını en başta o lisedeki öğretmenler, sonra veliler ve en nihayetinde de ilahiyatçı akademisyenler bilir. Bu okullardan mezun olup ilahiyat fakültelerine gidildiğinde İHL’lerdeki ‘din eğitimi’nin yetersiz olduğu ortaya çıkıyor. Kimse ezberden konuştuğumuzu düşünmesin çünkü biz de bir öğrenci velisiyiz.
Bunları ifade etmekle, başka liselerde ya da ilahiyat fakültelerindeki eğitimin sıkıntısız olduğunu söylemiş olmuyoruz. [Medyada sıkıntı yok mu? Var!] Eğitim sisteminin tamamında problem var. Görelim ve beraber çare arayalım.