Son sözü en başta söyleyelim mi: Devlet mutlaka tasarruf etmeli ama bugünkü anlayış devam ettiği sürece tasarruf edeceğine inanmak mümkün değil.
Başbakan Binali Yıldırım, 8 Aralık Perşembe günü Ekonomi Koordinasyon Kurulu’nda (EKK) alınan kararları açıkladı. Bu kararlar içinde kamunun, devletin 2017 yılında tasarruf edeceği sözü verilmiş. Önceliği olmayan harcamalara, yeni bina, yeni araba ve personel alma gibi gereksiz masrafların yapılmayacağını söyleyen Yıldırım, “Fuzuli seyahatler yapılmayacak. Mecbur kalınmadan personel, bina alınmayacak” demiş. (Haber Türk g., 8 Aralık 2016)
Peki bu sözler tutulabilir mi? Bir defa devletin tasarruf yapması için kriz çıkmasını beklemek de gerekmezdi. Devletin baştan sonra israf içinde olduğunun yüzlerce belki de binlerce misali var. Bu kadar israfa dağlar dayanmaz ki devletin hazinesi dayansın.
Başbakanın “Fuzuli seyahatler yapılmayacak. Mecbur kalınmadan personel, bina alınmayacak” demesini “Şimdiye kadar bu hatalar yapıldı” şeklinde anlamak yanlış mı olur? Bu yanlışlara imza atanlara bir müeyyide, bir ceza verilip bir ikaz yapıldı mı? Duymadık, görmedik. Bu sebeple bundan sonra da israfın sona ereceği sözlerini ihtiyatla karşılamak lazım. Mutlaka israftan kurtulmak gerektiğini de bir defa daha hatırlatalım.
Devletin israftan uzak duracağına milleti inandırması için atması gereken çok basit ve anlaşılır adımlar var. Sadece yeni arabalar, yeni binalar almamak yetmez. Alınmış olan lüks arabaları satmak kimsenin aklına gelmiyor mu? Devlet elinde para olan kamu kuruluşlarının bunu banlara yatırdığında alacağı faize sınır koyduğu gibi devlet adına alınacak arabalara da bir üst fiyat sınırı koyamaz mı? Niçin önüne gelen bürokrat ya da devlet temsilcisi 1 milyon liralık araba alabilsin, binebilsin? Hiç tartışmaya gerek yok ki Türkiye bu lüks hayatı kaldıramaz. Velev ki maddi olarak kaldırabilsin; millet olarak, vatandaş olarak eğer bir söz hakkımız varsa bu lüks hayata, lüks binalara, lüks arabalara itiraz ediyoruz. Çok sınırlı sayıda, güvenlik ve diğer konulardaki hassasiyetler hariç mesela 100 bin liradan daha pahalı araçlar devlete alınamazsa, kiralanamasa, kullanılamazsa devlet ne kaybeder? Bir müftünün, bir bölge müdürünün, bir kaymakamın bindiği araba niçin mesela 200 bin liralık olsun? “Yok, bu arabalar şuradan hediye geldi, buradan hediye geldi. Şuradan promosyon verdiler. Şu vakıf hediye etti” diye kimse bizi kandırmaya kalkmasın. O arabalar hediye edildiyse satılsın, yerine en fazla 100 bin liralık arabalar alınsın ve fazlası hazineye ya da ihtiyaç olan bir yere harcansın.
Devlet sadece bundan sonra satın alacakları malzemede tasarruf etmekle de kurtulamaz. Eldeki lüks araçlar hemen satılmalı. Adana’nın bir köyüne yol çamur diye cenaze arabası gidemiyorsa, çıkamıyorsa böyle bir idarede devlet yöneticileri 1 milyon liralık arabaya binemez, binme hakkı olmamalı. Önce o yollar yapılmalı.
Bu çelişkiyi ortadan kaldırmadıktan sonra iki yakamızın bir araya gelmesini beklemeyelim. Türkiye’yi idare edenler de bizi ‘idare’ etmeye kalkmasın. Yapmayacakları sözleri verip bizi oyalamasın. “Birikmiş faturaları ödemeyeceksiniz. Gerekli hazırlıkları yapın. Biz lüks hayat yaşamaya devam edeceğiz” desinler ve bizden hiç değilse “Doğruyu söylediler” diye övgü alsınlar!
Tasarruf etmeyen iflas eder. İsraftan kaçıp tasarruf kalesine sığınalım. Hep birlikte!