Suriyeli mülteciler konusunda dünyanın iyi bir imtihan vermediği belli.
Bir ülke baştan sona harabeye döndü ve dünya liderleri bu yıkımı, bu tahribatı ‘canlı yayın’larla izledi. Görünüşte herkes barış istiyor, ama Suriye’deki kanlı savaş sürüp gidiyor.
İnsan hakları kuruluşları, Ege Denizi’nde yaşanan mülteci ölümlerine ve Avrupa’da mültecilere yönelik ırkçı saldırılara dikkat çekmek ve mültecilerle yardımlaşmak için ortak bir açıklama yapmış. Sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri, “sınırları açın, güvenli geçişi sağlayın” çağrısında bulunmuşlar.
Mültecilerle Dayanışma Derneği İdare Koordinatörü Pırıl Erçoban’ın açıklaması, yaşanan çelişkiyi en iyi şekilde anlatıyor: “Suriye’de, Irak’ta, Afganistan’da, her gün insanlar açlıktan, bombalardan ölüyor. Bu insanlar gerçekten kaçmak zorundalar ve bunu yaparlarken, devletlerin sınırlarına kale duvarları örmesi, tel örgüler çekmesi ve ‘aman bize gelmesin de ne olursa olsun’ mantalitesi ile bu işe bakılması gerçekten insanın içini acıtıyor. Ege, Akdeniz insan mezarlığı oldu. Artık bunu bir maliyet hesaplamasından çıkartıp insanca, ne olduğunu düşünerek hem bütün devletlerin hem bütün insanların bir muhasebe yapması gerekiyor. Bu ölümlerin nedeni, devletlerin politikaları, insanların tavırları, tutumlarıdır.” (bianet.ogr, 24 Ocak 2016)
Türkiye, imkânları ölçüsünde mültecilere kucak açtı. Bununla birlikte yeni sıkıntılar da ortaya çıktı. Bilhassa büyük şehirlere gelen mülteciler insanî noktadan ciddî sıkıntılar yaşıyor. Dükkânlarda, yıkılması için boşaltılan binalarda ve bazen de sokaklarda yatmak durumunda kalıyorlar. Bu mesele birimizin meselesi değil, hepimizin meselesidir. Türkiye’yi idare edenlerin hatası, Suriye meselesinin bu noktaya gelebileceğini hesap edememiş olmalarıdır. Takip edenlerin hatırlayabileceği gibi, en fazla 200 bin mültecinin ülkemize gelmesi bekleniyordu. Türkiye’ye sığınanların sayısı 100 bini aşınca, “Her şey kontrol altında. 200 bin kişiye kadar tedbirlerimizi almış durumdayız. Telâşa gerek yok” anlamına gelecek beyanlar duyduk. Sonra iş çığırından çıktı, 3 ayda biteceği düşünülen kriz, iyice alevlendi ve sadece ülkemize 2.5 milyon muharcir/mülteci geldi. Elbette bu tahmin edilen bir rakam değildi ve idarecilerle birlikte mülteciler de sıkıntılar yaşadı. Tecrübelerden süzülen sözler, “İşini yokuş tut, iniş olurla ne ala” denmemiş miydi? Büyük sözünü dinlemeyen büyük tokat yer.
Herşey bir yana; Ege ve Akdeniz’in insan mezarlığı olduğu gerçeği değişmiyor. Hemen hergün mülteci ölümleriyle ilgili haberler duyuluyor. Maalesef bu haberler bile sıradan oldu. Akdeniz’de boğulan ve cesedi Bodrum sahiline vuran “Aylan [Kurdi] Bebek” dünyayı kısmen uyandırmış olsa da, tam uyandırmış olmadı. Dünya ülkeleri gerçek anlamda istese ve arzu etse, denizdeki bu mülteci ölümlere sona erdirilemez mi?
İnsanlık denizlere gark olurken dünya hakimiyeti kavgası vermenin bir anlamı var mı? Aynı dünyada, aynı ‘köyde’ yaşayanların biri keyif içinde hayat sürerken, birileri açlıktan ölse reva mıdır?
Hepimiz bilmeliyiz ki Akdeniz ve Ege’de Suriyeli mülteciler değil, insanlık ölüyor. Devletlerin ve insanların politikaları, tavır ve davranışları değişmek durumunda.
Dünya hükmen tam ölmeden bunu yapabilmeli....