Türkiye, geçmiş dönem darbelerinin millet sinesinde açtığı yaraları tam olarak saramadan yeni, kanlı ve çirkin bir darbe ile daha karşılaştı.
Başarıya ulaşamayan bu çirkin darbe esnasında 250’ye yakın kişi şehit oldu ve 1.500’den fazla kişi de yaralandı. Vefat edenlere Allah’dan rahmet ve yaralılara da acil şifalar niyaz ediyoruz. (AA, 22 Temmuz 2016)
Bu kanlı darbe girişiminin millet vicdanında ve sosyal hayatta açtığı derin yaranın tedavisi kolay olmayacak. Daha 12 Eylül 1980 ve 28 Şubat 1997 süreçlerinin yarası bile tam sarılamamıştı. Bu yaraların üstüne vurulan 15 Temmuz darbesi hem eski yaraları kanattı hem de yeni ve derin yaralar açtı.
Üzerinde durulması gereken önemli konulardan biri, son yıllarda umumî olarak darbe tehlikesinin sona erdiği noktasındaki kanaatti. Büyük çoğunluk Türkiye’nin iyi noktalara geldiğini ve bundan sonra böyle bir ihtimalin olmadığını düşünüyordu. Doğrusu bu düşünceyi destekleyen emareler de vardı. 12 Eylül 1980 darbesinden sonra ilerleyen yıllarda post-modern darbe olarak adlandırılan 28 Şubat 1997 süreci başlatılmış, ama milletin itirazı ve tepkisi üzerine hedefine ulaşamamıştı. Aradan bunca yıl geçtikten sonra böyle kanlı ve çirkin bir darbeye muhatap kalmış olmak Türkiye’nin masaya yatırması gereken bir konudur.
Bugün değilse de yarın bu konular çok daha fazla konuşulmalı ve darbeleri tamamen Türkiye’nin gündeminden çıkaracak sağlam adımlar atılmalı. Püskürtülen bu darbe bile Türkiye’ye ekonomik anlamda büyük zarar vermiştir. Daha önce pek çok defa ifade edildiği üzere 27 Mayıs, 12 Eylül ve benzeri darbeler Türkiye’yi belki 50 yıl, belki daha fazla geri götürmüştür. O halde darbe tehdit ve tehlikesini kesin olarak bertaraf edecek sağlam ve güvenilir adımların atılması şarttır.
Darbelerin açtığı derin yaralardan biri de güveni ortadan kaldırmış olmasıdır. Gazetelere yansıyan haberlere göre, cumhurbaşkanı bile bineceği uçağın ya da hekikopterin pilotunun güvenilir olup olmadığını hem de pilotların kendilerine sormak ihtiyacını hissetmiş. Güvensizliğin bu dereceye gelmiş olması çok dikkat çekici değil mi?
Darbe başlı başına bir belâdır. Ancak sonrasında atılacak adımlar da önemlidir. Bu süre zarfında sürekli tekrarlamak durumunda olduğumuz bir mesele de “Ve lâ teziru vâziratun vizra uhrâ/ Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez” (En’am Sûresi: 164) hakikatidir.
Hatırlatmak isteriz ki Üstad Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, Başvekil Adnan Menderes’e yazdığı bir mektupta, bu düsturu hatırlatıp şöyle demiştir: “Halbuki, şimdiki siyaset-i hâzırada particilik taraftarlığıyla, bir câninin yüzünden pek çok mâsumların zararına rıza gösteriliyor. Bir câninin cinayeti yüzünden taraftarları veyahut akrabaları dahi şenî gıybetler ve tezyifler edilip, bir tek cinayet yüz cinayete çevrildiğinden, gayet dehşetli bir kin ve adaveti damarlara dokundurup kin ve garaza ve mukabele-i bilmisile mecbur ediliyor. Bu ise, hayat-ı içtimaiyeyi tamamen zîr ü zeber eden bir zehirdir. Ve hariçteki düşmanların parmak karıştırmalarına tam bir zemin hazırlamaktır.” (Emirdağ Lâhikası, s. 394)
Birinin hatası sabebiyle bir başkasını itham etmeden, adaleti temin ve tesis etmek en önemli vazife. Zor, ama hakikatin ortaya çıkması ve darbe yaralarının tedavisi için başka yol da yok.