7 Haziran seçimlerinden bu yana, en son Vezneciler ve Midyat’taki kanlı bombalı araç saldırılarıyla katmerleşen terör eylemlerinde asker, polis, korucu olmak üzere 550’den fazla güvenlik personelinin şehit edilmesiyle 76 şehir ve 238 ilçeye şehit acısının düştüğü, üç aylık bebekten 74 yaşındaki dedeye 300’e yakın sivilin de şehit düştüğü, binin üzerinde vatandaşın ise yaralandığı süreçte terörle mücadelede akıbetsiz yanlışlara yenileri ekleniyor.
“Çözüm süreci”nde yıllardır resmî ikrarlarla en az 200 bin ton patlayıcıyı, 80 bin uzun namlulu silâhı yığıp bölgede yerleşim birimlerini silâh deposu ve cephânelik haline getiren, adam kaçırıp kimlik kontrolü yapan, hendekler kazıp vatandaşları canlı kalkan olarak kullanan terör örgütüyle aylarca süren “şehir savaşları”yla ilçeler harabeye döndü.
Sokağa çıkma yasakları nedeniyle 200 bin kişinin evini terk ettiği, boşaltılan ilçe ve mahallelerin savaş alanına döndüğü, yüzlerce ev ve binanın tahrip edildiği süreçte, sırada daha onlarca ilçe ve mahallenin olduğu belirtiliyor…
ASKERE İDARE VE “YARGI” ZIRHI…
Bilindiği gibi, şehitler için tâziyelerini ileten AB’nin barışçı uzun ömürlü çözüm için “çözüm sürecine dönülmesi” çağrısına, iktidarın “çözüm sürecine dönmek artık mümkün değil” cevabıyla temel hak ve hürriyetler eksenli “süreç” askıya alınarak terörle mücadele peşinen zora sokuldu. AB’nin “terör tanımı” peşinen reddedildi.
“Çözüm”de tek alternatif olarak “etkisiz hale getirme”ye dönülmesiyle terörle mücadele askere ihâle edildi. “Son terörist ortadan kaldırılana kadar” söylemiyle terörle mücadele “teröristlerin imhası”na endekslendi.
Harp Akademileri’nde örgütün katlettiklerinin en az on katı kadar teröristin katledildiği, 5 bin 400 teröristin “etkisiz hale getirildiği” cümleleri bunun ifadesi idi.
TSK’dan peşpeşe verilen “operasyon dökümleri”nde, çatışmalarda 4 bin 571 teröristin öldürülüp 716’sının sağ olarak yakalanmasının “terörle mücadelede başarı kriteri” sayılması; üç ay süren Şırnak ve Nusaybin operasyonlarında bin bölücü terörist öldürüldüğü açıklaması da.
Gelinen noktada Milli Savunma Bakanlığı’nca hazırlanıp hükümetin Meclis’e sevk ettiği “Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu” değişiklik tasarısıyla terörle mücadelede bütünüyle askerin daha yoğunluklu olarak devreye sokulup askerî yöntemlerin öne alınması bu bakışın sonucu.
Buna göre, polisle ortak operasyonlarda da komuta, sevk ve idare askerde olacak. Komutanın yazılı emriyle meskenlere girilebilecek. Karar daha sonra -24 saat içinde- hâkim onayına sunulacak.
Ayrıca, MİT’e getirilen “koruma kalkanı” asker için de getiriliyor. Askere soruşturma bütünüyle “izne” bağlanıyor. Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanlarının soruşturulması Başbakan; ilgili diğer personelin soruşturulması ancak Milli Savunma veya İçişleri Bakanlarının izniyle olabilecek.
Böylece askerî personelin işleyeceği “silâh kullanma yetkisini aşma”, “işkence”, “kötü muamele” benzeri suçlar, “askerî suç” kapsamında sayılıp hiç bir sivil yargılamaya tabi olmayacak. Soruşturma izni verilene kadar personelle ilgili yakalama, gözaltı ve tutuklama tedbirlerine de başvurulamayacak. Kısacası, askere de “yargı zırhı” getirilecek. Askerin görev kapsamı, görev yeri Genelkurmay Başkanlığınca belirlenecek. Yetkileri kısılan valiler koordinasyonla kalacak.
“ASKERÎ YÖNTEMLER”İN AKIBETİ
Oysa otuz seneyi aşkındır yapılan ve terörün azıp tırmanmasına sebebiyet veren yanlışların başında gelen, dağı taşı bombalamanın ötesine geçmeyen “sınır ötesi harekâtlar”da olduğu gibi “teröristlerin imhası” ve “etkisiz hale getirilmesi”nden bir sonuç alınmaması; defalarca teröristlerin “imha edilmesi”nin ardından terör örgütünün yeninden binlerce militan devşirmesi ile “terörün önlenemediği” meydanda.
Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ’un, 6 Temmuz 2010’da, “1984’ten 2010’a kadar 26 yıl geçti. Rakamları biz verdik; 30 bini öldürüldü, 10 bin de yaralı, teslim olan var, toplam 40 bine yakın terörist etkisiz hale getirildi. Matematiksel olarak baktığımızda 26 yılda, güvenlik kuvvetleri beş defa PKK’yı bitirmiş; ‘terör örgütü dağıldı, bitti’ diye yanlış algıladık, ama aslında terör örgütünün dağ kadrosu duruyor” yakınması bunun tesbiti...
Özetle, “askerî yöntemler”in “çözüm” getirmediği, barış ve huzurun sağlanamadığı, artan terörle ortadayken “çözüm”ü askere havale etme garabeti tekrarlanıyor…