Filistin meselesi, sadece Filistin’in ya da İslâm ülkelerinin meselesi değil. İlk bakışta ilgisiz görünse de bu mesele; BM’nin, ABD’nin, AB’nin ve bir bütün olarak dünya ülkelerinin meselesidir. Filistin’de kalıcı barış temin edilemedikten sonra AB de, ABD de, BM de vazifesini yapmış olmaz, rahata eremez.
Bununla birlikte, dünyanın dört bir yanına kolu uzanan, ‘en güçlü ülkesi’ olarak kabul gören ABD, Filistin meselesini çözmüyor mu yoksa çözemiyor mu? ABD’yi idare eden idarecilerinin sözlerine bakılırsa, bağımsız bir Filistin devletini istiyorlar. Yeri geldiğinde İsrail yöneticilerine de had bildiriyorlar; ama netice değişmiyor. ‘Kötü polis’ rolünü oynayan İsrail, görünüşte ABD’ye rağmen Filistin’deki işgali sürdürüyor, bildiğini okuyor. Peki, İsrail, gerçekten de ABD’ye rağmen adım atabilir mi? Şüpheli...
Meselâ, Beyaz Saray Özel Kalem Müdürü Denis McDonough, İsrail-Filistin sorunun çözümünde iki devletin sınırlarının 1967 sınırlarına göre belirlenmesi gerektiğini belirterek, “Yaklaşık 50 yıldır devam eden işgal sona ermeli. Filistinliler bağımsız bir ülkede yaşama ve kendilerini yönetme hakkına sahip olmalı” demiş. (AA, 23 Mart 2015)
Denis McDonough, bu sözleri; başşehir Washington’da, İsrail-Filistin barışını destekleyen Yahudi lobi kuruluşu “J Street”in düzenlediği konferansa sarfetmiş. Konferanstaki konuşmasında İsrail’in uzun süreli güvenliğini sağlamanın en iyi yolunun Filistinlilerle varılacak kapsamlı bir anlaşma olduğunu hatırlatan McDonough’un, “işgal” kelimesi kullanması dikkat çekmiş.
Beyaz Saray Özel Kalem Müdürü Denis McDonough’ın dikkat çektiği bir nokta daha var: Devam eden işgal, sadece Filistin’i ve Filistinlileri değil; dolaylı olarak İsrail’i ve İsraillileri de vuruyor. Elbette işgal en fazla Filistinlileri mağdur ediyor, ama İsrailliler de rahat değil. Filistin işgali her an patlamaya hazır bir ‘bomba’ gibi orta yerde dururken, İsrail’in ve İsraillilerin rahat olması mümkün mü? Rahat olmadıklarını, her şeyden tedirgin olduklarını İsrail’e giden herkes fark eder. Sınır kapılarındaki telâş ve insanlara şüphe ile yaklaşma, herkesi baştan tırnağa arama, sorgulama, soruşturma... bu telâşı ortaya koyan bir delil değil mi? Hatta ve hatta, İsrail’e (sınır kapılarından) giriş değil, çıkış daha zor. Çıkışlar daha sıkı kontrole tabi. Dünyanın başka hiçbir ülkesinde bu ‘korku’ yoktur. Neredeyse yarım asırdır askerî darbecilerin idare ettiği ülkelerde bile ekseriyetle ülkeye giriş zor olur, çıkış zor olmaz. İsrail’de ise tam tersi. Giriş kısmen kolay, ülkeden çıkış ise daha zor... Görevlilerin yolculara, turistlere sorduğu sorular; sıkıyönetim mahkemelerinde bile sorulmaz!
Beyaz Saray ‘sözcü’sü McDonough, Başkan Barack Obama’nın “Ne işgalin ne de Filistinlilerin sınır dışı edilmesinin çözüm olduğunu” söylediğini de hatırlatarak, şunları da söylemiş: “Asıl barışın haricinde herhangi bir şey durumu daha da kötüleştirecek. ‘Tek devletli çözüm’ İsrail’in Yahudi ve demokratik devlet niteliğini sona erdirebilir. Batı Şeria topraklarının tek taraflı ilhak edilmesi hem yanlış hem de yaşa dışı. ABD ve İsrail’in diğer dostları bunu desteklemez. Bu sadece İsrail’in izolasyonuna kaktı sunar.”
İsrail’i idare edenlerin tavrına bakılırsa, git gide kendi izolasyonlarını, yalnızlıklarını arttıracaklar gibi görünüyor. Amerika, bu haklı tavrını sürdürür ve ‘rol’ yapmazsa; uzun dönemde İsrail kaybetmeye devam eder ve edecek. Rol yapıyorsa da hem ABD hem İsrail kaybeder. Uzun dönemde ancak haklı olan kazanır ve kazanacak inşallah.
Tabiî ki Filistin’in bağımsızlığı esasta İslâm dünyasını meselesidir. “ABD, İsrail’i dize getirsin” dolaycılığına kaçmamak lâzım. Temennimiz, İslâm dünyasını bu imtihanı kazanmasıdır...