Yıllardan beri tartışılan ve gündeme gelen bir konu da iktidar olmak ile muktedir olmak arasında fark olduğudur.
Bazı siyasetçiler iktidar olmuştur ama muktedir olma, yani millete verdiği sözleri yerine getirme imkânı bulamamıştır. Başka bir anlayışa sahip olan bürokratlar iktidarların önünde duvar gibi durmuş ve onlara muktedir olma, seçim meydanlarında verdikleri sözleri yerine getirme imkanı bırakmamışlardır.
Farklı şekillerde de olsa benzer problemler günümüzde de devam ediyor. Tek başına iktidara gelen siyasi partiler dahi bürokrasiyi aşıp millete verdikleri sözleri yerine getirmekte zorlanıyor. Bu mesele sadece Türkiye’yi ilgilendiren bir mesele de değildir. Başka ülkelerde de buna benzer sıkıntılar vardır.
Siyasetçiler bu “Türkiye gerçeği”ni bilip ona göre öncelik sıralaması yapmak durumundadır. Bir iktidar ilk iş olarak bürokrasiyi azaltmak yolunu seçmezse ilerleyen yıllarda muktedir olma imkânı bulamıyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul Kongre Merkezi’nde geçrekleştirilen Ensar Vakfı Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada siyasi olarak iktidar olmanın başka bir şey, sosyal ve kültürel iktidarın ise başka bir şey olduğunu belirtip şöyle demiş:
“Biz 14 yıldır, kesintisiz hamdolsun siyasi iktidarız ama hâlâ sosyal ve kültürel iktidarımız konusunda sıkıntılarımız var. (...) Ülkemizin ihtiyacı, milletimizin talebi, bizim hayalimiz olan nesillerin yetiştirilmesi konusunda hala pek çok eksiğimiz bulunuyor. Dilimizden tarihimize kadar birçok alanda ecdadımıza ve kültürümüze duyulan husumetin ürünü bir yaklaşımla hazırlanmış olan müfredatlar daha yeni yeni değişiyor.” (AA, 28 Mayıs 2017)
Başka bir şekilde ifade edilmiş olsa da buradaki mesele iktidar olmakla muktedir olmak arasındaki farktır. Siyasi iktidarların muktedir olamama durumu maalesef geçmiş yıllardan beri Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı bir meseledir.
Tabii ki muktedir olmayı yanlış yorumlayıp keyfi işler yapmak ta yanlıştır. Mesele; hak, hukuk ve adalet çizgisinden şaşmadan, millet menfaatine olan icraatlar ortaya koyabilmektir.
Bu tesbitlerde okul ders kitaplarının, yani müfredatın ‘daha yeni yeni değişiyor’ olduğunun ifade edilmesi de ayrıca dikkat çekicidir. Tek başına iş başına gelen bir iktidarın bu konulardaki sıkıntıları çok daha erken
fark edip gerekli adımları atması beklenirdi.
Bilhassa eğitim sahasında yaşanan sıkıntıların daha fazla beklemeye tahammülü de kalmamıştır. Başlatılan büyük kampanyalara rağmen arzu edilen seviyede bir eğitim sistemi kurulamadığı her halde herkesin kabul ettiği bir durumdur. Ekonomi, dış politika ve benzeri konularla meşgul olurken eğitimin ihmal edilmesinin ağır faturalarını ödüyoruz. Daha fazla fatura ödemeden çocuklarımıza neler öğrettiğimizin iyi tahlil edilmesi gerekir. Elbette ümitvar olacağız ama eğitim noktasındaki mevcut durumu sürdürmek pek de mümkün görünmüyor. Okul binası yapmak, hatta bu sahaya bütçeden daha fazla pay ayırmak bile tek başına çare olmuyor ve olamaz. Mutlak surette müfredat ele alınmalı ve hak, hukuk ve adalet anlayışına sahip gençlerin yetişmesine vesile olunmalı.
Zorla değil, akılları ve kalpleri ikna ederek bunu yapabiliriz ve yapmalıyız.