Zirvelere çıkmak önemli olmakla birlikte, oralarda tutunabilmek daha da önemlidir. Değil Türkiye, dünya tarihi bile tepelere çıkıp da oralarda tutunamayanlarla doludur.
Bu bakımdan ecdadımız, her fırsatta “Ne oldum değil, ne olacağım de” demiştir.
Tabiî ki bu prensip sadece ‘başkaları’ için değil, şahsımız için de, komşumuz için de, siyasetçiler için de geçerlidir. Çok parlak ve başarılı siyasetçilerin zamanı geldiğinde söndüğü de yine tarih kitaplarında yerini almıştır. Görünüşte bu tesbitlere itiraz eden olmaz, ama icraatlar tersini gösterir. Eline imkân ve yetki geçen en başta siyasetçiler ve bürokratlar, ömür boyu o makamlarda kalacakmış gibi tavır sergilerler. Türkiye’yi idare edenlere baktığımızda bu tuzağa düştüklerini söylemek mümkün. Hatta, kendi dostlarının bu husustaki hatırlatma ve ikazlarını dahi dikkate almadıkları görülüyor. Meselâ, TBMM gündemine gelen İç Güvenlik Kanunu meselesi var. Her kanunda olduğu gibi bu kanunda da iyi düzenlemeler olabileceği gibi mahzurlu maddeler olabilir ve vardır. Ne hikmetse, ‘iyi’ yönleri nazara verilip mahzurlu yönleri görmezden geliniyor. Bununla da kalınmayıp, itiraz edenlere, “Ne yani, bomba atmak, anarşi çıkarmak, yakmak ve yıkmak serbest mi olsun?” diyorlar. Tam aksine, yakmak ve yıkmak serbest olmasın; ancak bunlar bahane edilerek hürriyetler sınırlanmasın ve sadece bu gün değil, yarınlar da düşünülsün!
Çok defa görüldüğü gibi, bazı kanunlar hazırlanma maksatlarına ters olacak şekilde kullanılabilir. Kişilere bağlı olmayacak şekilde kanun ve düzenlemeler yapılmalı. Şimdiki moda ise her şeyin kişiye bağlı olması... Bir kurum ya da kuruluşun başına ‘iyi’ bir yönetici geldiğinde o kurumun bütün kabahatleri unutuluyor. Böyle bir şey eşyanın tabiatına aykırı değil mi? Bir kişinin, bir müdürün iyi olması; o kurumu, o kuruluşu baştan sona dönüştürebilir mi? O kişi gidip de yerine başka bir kişi geldiğinde ne olur? Bir dönem 141, 142, 163, 301, 312 gibi kanun maddeleri bu şekilde mağduriyetlere sebep olmadı mı? Her defasında olduğu gibi tekraren hatırlatmak isteriz ki, Türkiye’yi idare edenler kişilere göre değil prensiplere göre hareket etmelidir.
Ne yazık ki bu günkü idareciler, ellerinde var olan güç ve kuvvetin kalıcı olduğuna inanıyormuş gibi davranıyorlar. Mahkeme kadıya mülk olmadığı gibi, bu mevki ve makamlar da geçicidir. Bugün için içtikleri ayrı gitmeyen yöneticilar, yarın bir gün karşı karşıya kalabilir. Tam bu noktada, prensipsiz hareket edenler pişman olur. Büyük binaların çöküşü de büyük çatırtı çıkarır. Bakınız, bir teşkilatın başına getirilen ve son dakikada milletvekilliği için istifa eden bürokrat hakkında, ‘özgül ağırlığı yüksek’ başka bir siyasetçi, “Kurumunda çok değişiklikler yaptı. Tam olarak değiştirdiği söylenemez, ama...” gibi sözler sarfetti. Mesele burada: Tam olarak değiştirdiği söylenemez... Doğru, doğru da bunu o kişi istifa ettiği gün söylemek çok anlamlı değil. Şimdiye kadar verilen mesaj, tepeden tırnağa değiştiği şeklindeydi ki bu da mümkün olan bir hal değildi. Bunu en iyi kendileri bildiği halde milleti yanıltmayı tercih ettiler. Kendileri bilir, ama insanları bu yolla yanıltanlar yakın zamanda pişman olurlar.
“Özgül ağırlığı yüksek siyasetçi”nin Cuma akşamı CNN Türk’te söyledikleri, muhtemel çatırtının ilk sinyalleri olamaz mı? Bir saat sonrasıyla ilgili ‘yanlış tahmin’de bulunmak siyaseti doğru okumak mıdır? İktidarın bir kanadının ‘en üst makamlar’a lâyık gördüğü bürokrat için “Yerinde kalsın, vekillik onun neyine?” anlamına gelecek yorumlar, o anla sınırlı kalıp unutulur mu?
Kindar ve kibirli iktidarların çöküşü de çatırtılı olur vesselâm...