Vücudumuzun bir yanı yaralı ve biz bu yara yokmuş gibi davranmaya devam ediyoruz.
Çeyrek asrı geride bırakan bir terör belasıyla mücadele ediliyor. Başından beri, bu mücadelede yanlışlar yapıldığını mücadeleyi yürütenler de ifade ve itiraf ediyor.
Terörle mücadelede yapılan yanlışları ifade eden çok beyan vardır. 1991 yılında işlenen Vedat Aydın cinayetiyle ilgili bir değerlendirme yapan Orhan Miroğlu, terörle mücadeledeki yanlışlara işaret eden şu tesbitlerde bulunmuş: “Vedat’ın öldürülmesi, bölgede yeni bir siyasi konseptin yolunu açtı. Barış umutlarını söndürdü. Dağa giden gençlerin sayısında olağanüstü bir artış oldu. O kadar ki, liselerden ve üniversitelerden yüzer-ikiyüzer kişilik grupların dağlara yollandığını duyardık. Bu bir devlet konsepti ve tercihiydi, PKK ise bu konsepte, bu ateşe benzin döken konumdaydı.” (Orhan Miroğlu, Star g., 30 Kasım 2015)
Nasıl bir mücadele ki, “liselerden ve üniversitelerden yüzer-ikiyüzer kişilik grupların dağlara yollan”ması mümkün olmuş. İşte öncesi ve sorası ile yapılan bu yanlışların ağır bedellerini şimdi hep birlikte ödüyoruz. Terörle mücadelenin çok çok zor bir mücadele olduğunu en başta kabul etmek lazım. Ancak bu mücadelenin doğru bir şekilde yapılması icâb eder. Aksi hâlde mücadele ediyoruz diyenler terörün ekmeğine yağ sürer, maalesef...
Son günlerde terör daha da azmış görünüyor. Bazı il ve ilçelerde uzun süreli sokağa çıkma yasakları uygulanıyor. Böyle dönemlerde en tehlikeli olan, yaş ile kuruların birlikte yanma ihtimâlidir. Herkesin bu ihtimâlden korkması ve titremesi icâb eder.
Öncelikle bu mücadelenin kolay olmadığı kabul edilmeli ve hamâsetle değil, akıl ile hareket edilmelidir. İçinde bulunduğumuz durum, şimdiye kadar şahit olmadığımız bir tablodur. Terör illa mağlup edilmelidir, ama bunu yaparken masumların canını yakmamak icâb eder. Kolay mıdır? Sadece zor değil, çok çok zordur, ama devlete düşen görev de budur.
Yarın ne olacağı ve hangi hadiselerle karşılaşacağımızı tahmin edebilecek durumda değiliz. Çünkü akla gelmeyen hadiseler başa gelmeye başlamış durumda. Milli Eğitim Müdürlükleri tarafından gönderilen bir cep telefonu mesajıyla Cizre ve Silopi’de görev yapan yaklaşık üç bin öğretmenin ilçeleri terk edeceği akla gelir miydi? Ayrıntıları bilmemiz mümkün değil, fakat atılan bu adımın nerede duracağı belli olmaz. Sırada başka ilçeler, başka görevliler mi var? Öğretmenlerin ilçeleri terk etmesinin istenmesi sadece ‘hizmet içi eğitim’ olabilir mi? Bayram değil, seyran değil, eğitim yılı devam ederken bu adımın atılması normal midir?
Çok soru sorulabilir, ama ikna edici cevapları bulmak zor. Acaba ilçeden ayrılan öğretmenler bir daha ne zaman vazife başına gidebilecekler? Aksayan eğitimin faturası ve maliyeti ne olacak? Bütün buları düşünmek, konuşmak ve tartışmak durumundayız.
“Dert belli, çare söyle” diyenler olabilir. Diyebileceğimiz şudur: Çok çok ciddi bir problemle karşı karşıya olduğumuzu görelim, kabul edelim. Çareyi hep birlikte bulalım. Bunu yapmak belki bir günde mümkün olmaz, ama uzun dönemde mümkün. En büyük hata, problemi küçük görmek ya da görmemektir. “Problem yok” gibi davranmanın telafisi bile imkânsız olabilir.
Çok büyük bir dertle, musibetle karşı karşıya olduğumuzu görelim ve bu krizi aşmak için dua edelim. Ya Rab! Milletimize kurulan tuzakları bertaraf eyle. Amin.