Büyük gördüğümüz işlerle meşgul olurken asıl büyük meseleleri gözden kaçırıyoruz maalesef. Ekonomi, dış politika, ihracat, enflasyon da önemli, ama asıl önemli olan aile, çocuk, gençlik ve eğitim gibi meseleler değil mi?
Cemiyeti derinden sarması gereken hadiseler oluyor, ama bunlar yeteri kadar gündemi meşgul etmiyor. Gazete ve televizyon haberlerinde bir iki gün tartışıldıktan sonra yeniden ‘hiçbir şey yokmuş’ gibi hayatımıza devam ediyoruz. “Allah düşmanların başına dahi vermesin” diyerek bir hadiseyi hatırlatmak icâb ediyor. Geçen gün İstanbul Maltepe’de bir baba, iki çocuğunu silâhla katledip kendisi de intihar etmişti. Sonrasında işin içinden bir aile fâciası çıkıyor. Anne ile baba ayrılık sürecindeymiş. Baba belli günlerde çocuklarını görmek istiyormuş vs. İki çocuğu katledilen anne mik- rofonlara şöyle seslenmiş: “Ayrılma aşamasındaydık, uzaklaştırma kararımız olmasına polislerin bunu bilmesine rağmen hiçbir zaman sahip çıkmadılar bana. Kendi ailem de buna dâhil. Polislere şikâyet ettim, silâhla, bıçakla dayandı kapıma. Bir gece bile tutmadılar onu içeride. Kaç defa şikâyet ettim, savcısına, polisine gittim. Dün akşam da ‘çocuklarını öldürdüm’ diye aradı beni. Dün onun görüş günüydü. Ben de iyi niyetimden ‘iyi olsun çocuklarını görsün’ diye verdim. ‘Çocuklarını öldürdüm, mutlu musun’ dedi. Şimdi herkes duysun beni, sahip çıkmasınlar kimseye. Kadınlar böyle ağlasın. 2 tane çocuğum öldü, emzikleri elimde kaldı. Birisi 3 birisi 2 yaşında. Sığınma evlerinde kaldım, ama çocuklarımı koruyamadım. (...) Şimdi yok, hiçbiri yok. Ben tek başıma kaldım. Kim verecek o çocukların hesabını? Bir kişi çıksın desin ki bana, ‘ben vereceğim (bu hesabı).” (HaberTürk TV, 3 Ocak 2018)
Kime ne diyelim? Bu annenin dile getirdiği dertleri gündemine almayan siyasetçilere, sosyologlara ya da sivil toplum kuruluşlarına söyleyecek sözümüz olmasın mı? Hangi zenginlik, hangi dış politika, hangi kalkınma bu ve bunun gibi annelerin derdine çare olabilir? Bu bebeklerin hesabını kim nasıl verecek?
Bu hadiseler yaşanırken ‘her şey yolunda’ tavrını sürdürebilir miyiz? Başımızda bu kadar büyük dertler varken daha ne zamana kadar kendimizi kandırmayı, yanıltmayı ve uyutmayı deneyeceğiz?
Türkiye’den çok daha kötü durumda olan ülkeler de vardır mutlaka. Fakat o ülkelerdeki idareciler ekseriyetle problemi inkâr cihetine git- meyip çare arayışını sürdürüyorlar.
İzlanda ile ilgili bir haber buna örnek sayılabilir. Buna göre, 20 yıl önce 1998’de İzlanda’da 15-16 yaşlarında olan çocukların % 42’sinde alkol kullanımı alışkanlığı varmış. Ama 2016’da bu oranı % 5’e düşürmüşler. Uyguladıkları politikalar şöyle: 16 yaşından küçük olanların akşam 10’dan sonra dışarıda bulunmasını yasaklamışlar. Bunu temin için de anne ve babalar caddelerde, mahallelerde devriye gezmeye başlamış. Sonra, anne babalardan oluşan gruplar çocuklarının davranışları için kurallar belirlemişler. Meselâ; çocukların alkol kullanmasına izin vermemişler ve aileyle daha fazla vakit geçirmesini sağlamışlar, bunun için çalışmışlar. Sonra da çocukları boş bırakmamak için küçük işlerle meşgul etmişler. Neticede çocuklar yaptıkları okul dışı aktivitelerle yıllık 500 dolarlık destek almaya başlamışlar. Siyasetçiler de bu çalışmalara destek vermiş ve neticede yüzde 42 olan kötü alışkanlık nisbeti 20 yıl içinde yüzde 5’e düşürülebilmiş. (Konu ile ilgili video: https://youtu.be/cDbD_JSCrNo)
Eğer bugün adım atmayı becerebilirsek belki biz de 20 ya da 30 yıl içerisinde bu feci tabloları sona erdirebilir ve başta çocuklarımız olmak üzere bütün bir aileyi ve cemiyeti kurtarabiliriz. “Bismillah” deyip bu yolda yürüyelim...