Yüz yıl önce yaşanan acılar, bir şekilde Türkiye’nin önünü tıkamaya devam ediyor. Adına ne denilirse denilsin, bir asır önce büyük acılar yaşanmıştır.
Elbette tek acı, 100 yıl önce gerçekleşen ‘tehcir’le sınırlı değildir. Dünyada ve ülkemizde pek çok zaman, pek çok acılar yaşanmıştır. Temennimiz, dünyanın hiçbir yerinde hiçbir insanın mağdur olmaması, mağdur edilmemesidir. Dolayısı ile “Soykırım oldu, olmadı” tartışması; hem Türkiye’ye hem de Ermenistan’a çok şey kaybettiriyor.
Prensip olarak hiç bir ülkenin ve siyasetçinin, acılar üzerinden siyaset yapması tasvip edilemez. Ama maalesef bu prensibe uygun hareket edildiğini söylemek zor. Türkiye’yi idare edenler, Ermeni iddiaları konusunda dünyayı ikna etmek yerine, iç politikaya yarayacak şekilde politika geliştirmeyi tercih ediyorlar. Oysa meselenin özünde, belge ve bilgiye dayandırılan ‘ikna’ metodu olmalı. “Bütün dünya bize karşı, Ermenistan’dan yana” demekle bir yere varılabilir mi? Maddi ve manevi imkânları seferber edip, dünya ülkelerini ikna etmek gerekmez mi?
En büyük hatalardan biri de, kabahatlerin ve yanlışların şahsîliğini gözardı etmek. Birisinin hatası sebebiyle; eşini, dostunu, kardeşini ya da milletini suçlamak başka bir cinayet... İdarecilerimiz, 100 yıl önce yaşanan hadiseye bu gözle baksa ve hataların şahsiliğini ön plana çıkarsa daha isabetli olmaz mı?
Türkiye’yi idare edenler, bu meseleye hep başka pencerelerden baktılar. Bir defa olsun, ama samimiyetle Üstad Bediüzzaman’ın açtığı pencereden bakmayı deneseler ne kaybederler? Said Nursi Hazretleri diyor ki, “(...) Şu milletin saadet ve selâmeti Ermenilerle ittifak ve dost olmaya vabestedir (bağlıdır).” Geçen aylarda Erivan’a giden arkadaşımız Ekrem Özden, Bediüzzaman’ın bu tesbitini Ermenistan’da Türkoloji okuyan Vardan Galtsyan’a aktarınca şu cevabı almış:
“Bunları ilk kez senden duydum ve biraz da şaşırdım. Yani Said Nursî diye birini tanıyordum, ama böyle şeyler yazdığını bilmiyordum. Öğrendiğime ve duyduğuma çok sevindim. Bu gösteriyor ki Said Nursî tarihi iyi biliyor, sözler çok hoşuma gitti, bunları şimdi de kullanabiliriz, ilişkilerimiz için çok anlamlı olur. Ama Said Nursî’nin taa o zamanlar söylediği bu sözleri şimdi bile bir çok kişi söyleyemez ve kabul etmeyebilir. (...) Demek ki Said Nursî’ye göre her halk ve ulus eşit ve aynı haklara sahip. Ermeni sanatçı ve iş adamlarının olduğunu görmüş, bunları biliyor. Ermenilerin idareci olması mümkündü ona göre. Dediğim gibi bu sözler milletlerimiz arasında güzel ilişkiler kurmak için çok anlamlı olabilir, değerlendirilmeli. Yöneticilerimiz de bunları incelemeli.” (Yeni Asya, 24 Nisan 2015)
Hrant Dink de Bediüzzaman’ın bu tesbitlerini duyduğunda “Allah Bediüzzaman’dan razı olsun. Zamanın ölçülerine ve bakış tarzına göre, burada Bediüzzaman’ın ahlaklı ve etik bir duruş sergilediğini görüyoruz” demişti. (Hasan Hüseyin Kemal’in röportajı, Yeni Asya, 16.10.2005)
Türkiye, dünya nezdinde kabul görmeyen bakış açısını değiştirip, hadiseye Bediüzzaman’ın açtığı pencereden bakmayı tercih etmeli. Tahmin ediyoruz ki bu bakış açısı, her ‘ilk duyan’ı etkileyip problemin çözümüne katkı sağlayacaktır. Zaten bugüne kadar izlenen yolun yol olmadığını herkes gördü.
Devir, Bediüzzaman’ın açtığı pencereden bakmak ve birinin hatasıyla başkalarının sorumlu olmadığını, olamayacağını ortaya koyma devri...