Ülkemiz, son olmasını arzu ettiğimiz çirkin bir cinayetle daha sarsıldı.
Mersin Çağ Üniversitesi Psikoloji Bölümü 1’inci sınıf öğrencisi Özgecan Aslan (20) önce bıçaklanıp sonra da yakılarak öldürüldükten sonra, cesedinin dereye atıldığı iddia ediliyor. “İddia ediliyor” diyoruz, çünkü böyle bir cinayeti ve çirkinliği herhangi bir “insan”ın yapabileceğine inanmak istemiyoruz. Bununla birlikte böyle bir cinayet işlenmiş durumda. Hemen ifade edelim ki, bunu yapanlar her kim ise “insan”lıkla bir ilişkisi olması mümkün değildir.
Bu çirkin cinayeti işledikleri iddia edilen kişiler yakalanmış ve adalete teslim edilmiş durumda. Hadiseye kişiler penceresinden değil de, prensipler penceresinden bakmak lâzım: Böyle çirkin bir cinayeti ‘insan’ların işleyebileceğine ihtimal vermiyorsak, bu cinayeti işleyenlerin insanlıktan nasıl uzaklaştığını ve bu hale geldiğini düşünmek lâzım.
Bu vesile ile medyanın gündeminden düşmeyen ‘kadın cinayetleri’ni de masaya yatırmak lâzım. Maalesef öyle çirkin hadiseler yaşanıyor ki, bunları ‘haber’ olarak okumak ve aktarmak bile insanı rahatsız ediyor. Medya, bu haberleri ‘çirkin hadise’ diye duyururken; çoğu zaman bu hadiselere zemin hazırladığının farkında mı?
Her fırsatta ifade etmeye çalışıyoruz ki, müstehcen yayınlar azalmadığı müddetçe bu çirkin hadiselerin sona ermesi kolay değil. Hiç kimse “Ne alâkası var?” diyerek itiraz etmesin. Gazetelerde, televizyonlarda ve elbette ‘sanal âlem’de her gün onlarca, yüzlerce ve binlerce ‘çirkin görüntü’ ile karşılaşan ve bir anlamda kötülüğe teşvik olanlar bu yayınlardan etkilenmez mi? Etkilenir ve etkilendiğinin delilleri de vardır. Çocuklar bile ‘süpermen’den etkilenip balkonlardan aşağı uçmayı denemedi mi? Çok sayıda cani, cinayetleri; filmlerden örnek alarak işlediğini ifade ve itiraf etmedi mi? O halde “Kadınlar adalete hasret kaldı, kadınlara haksızlık, kadınlar cinayete kurban gitti” denilirken, buna zemin hazırlayan müstehcen yayınlar ve yayıncılar da görülmeli, eleştirilmeli...
Kadın cinayetlerine haklı olarak itiraz edenler, bu çirkinliklere zemin hazırlayan yayınlara itiraz etmedikten sonra samimiyetlerinden şüphe duyulur. Türkiye’yi idare edenler de hadiseye bir de bu pencereden bakmalı. Evlere sokulmayacak nisbette müstehcen yayın yapan medyaya karşı hiçbir uyarı ve ikaz yapılıyor mu? Bu noktada, “Bana dokunmayan medya bin müstehcen yayın yaparsa yapsın, bana ne!” tavrı sergileniyor. Oysa bu yayınlar hepimize dokunuyor ve dokunur.
İşlenen bu çirkin cinayetler, bilhassa gençleri öldüren manevî cinayetleri de örtmemeli. Bu öyle bir cinayet ki, Bediüzzaman’ın talebesi merhum Zübeyir Gündüzalp, Afyon Ağırceza Hâkimliğine sunduğu müdafaasında bile bu meseleyi gündeme taşımış ve şöyle demiştir: “Sayın hâkimler. Teessür ve ıztırap karşısında kalbden bir parça kopsaydı, ‘Bir genç dinsiz olmuş’ haberi karşısında o kalbin atom zerrâtı adedince param parça olması lâzım gelir.” (Şuâlar, On Dördüncü Şuâ, s. 473)
Bir genç kıza her türlü çirkinliğin yapılması ve yakılarak öldürülmesi karşısında gösterdiğimiz tepki kadar, “Bir genç dinsiz olmuş. Cehenneme gitme ihtimali var” haberi karşısında da tepki göstermeli ve onları da “cinayet”ten kurtarmaya çalışmalıyız. Biri birini unutmayı icap ettirmez.
Maddî cinayetlere de, manevî cinayetlere de topyekûn ve hep birlikte karşı çıkmalı, itiraz etmeli ve kadın erkek herkesi bu “feci akıbet”lerden kurtarmalıyız. Hem fiili, hem de sözlü duâlarımızla...