Top yuvarlak olduğu gibi, seçim sandığı da köşelidir. Futbol karşılaşmalarında 90’ıncı dakikaya kadar galip olan bir futbol takımı, 90+1’de, yani uzatma dakikalarında mağlup olabilir. Bunun onlarca belki de yüzlerce misali vardır.
Seçimlerde de her zaman sürprizler yaşanabilir. Seçim öncesi ya da açılan ilk sandıklara göre önde olan bir partinin, sonraki sandıkların açılmasıyla kaybettiği olmuştur. Türkiye’de olduğu gibi dünyanın başka ülkelerinde de sürpriz seçimler yaşanmıştır. 8 Kasım 2016 Salı günü yapılan Amerika Başkanlık seçimlerinde de böyle oldu. Seçin öncesinde şans verilmeyen emlak zengini Donald Trump ipi göğüsledi ve ABD’nin yeni başkanı olarak seçildi.
Donald Trump’ın seçilmesiyle birlikte çok değişik yorumlar yapılmaya başlandı. Seçin öncesindeki vaatlerini hatırlatarak Müslümanları sıkıntılı günler beklediğini söyleyenler de var, seçim atmosferinin sona ermesi sebebiyle o sözlerin unutulmaya yüz tutacağını ifade edenler de var. Tabii ki hepsi ihtimal dâhilinde.
Tarihçi İlber Ortaylı da Trump’ın ‘keyfi’ hareket edemeyeceği yönünde görüş ifade edip şöyle demiş: “Amerikan demokrasisi dünyadaki tek ve gerçek federalizmdir. Sistemin faziletleri ve mahzurlu yönleri birbirini dengeler. Böyle ilginç bir devlet ve toplum sisteminin seçimleri de kendine göredir. (...) Amerika’nın sancıları var, ne eski sistem ne de 1960’ların liberal söylemi fakirlik ve güvensizlik sınırındaki insanları tatmin etmiyor. (...) Amerikan toplumunun yüzde 15’i asgari geçim şartlarının altında sürünüyor. 30 milyonun üstünde evsiz var, bu kitlenin en büyük özelliği Batı demokrasilerinin çok övündüğü seyahat hürriyetinden, parasızlık yüzünden zorunlu olarak mahrum yaşamaları. Endüstriyel bir cemiyet için utanılacak sayıda okuma-yazma bilmeyen var. (...) Lakin bir gerçeğin de üstünde durmalı: Amerikan iktidar koltuğu aynı. Bu insanı çok yükselten bir taht fakat sağında solunda çiviler var. O çiviler fazla serbest hareket edene batar. Trump da kaba söylemini ve vaatlerini kendisinden evvelkiler gibi, şartların zorlaması karşısında değiştirecek. Sanmayalım ki Putin ve Trump çok uzun zaman, her yerde ortak iş görecekler. Yani bize onların birbirleriyle nerede uyuşacaklarını ve nerede itişeceklerini anlayan dışişleri lazım. Daha ilk safhada dışişlerinin artık yaşlanmaya başlayan uzmanlarını dinlemek, bunların zıt görüşlülerinin buluştukları noktayı tespit etmek ve şiddetle hariciyenin altüst edilen uzman kadrolarını aklı başında kimselerle doldurmak gerekir. Yetmedi, akademik kurumlardan iş hayatına kadar dünyayı tanıyan çevrelerle istişarede bulunmalıdır.” (Hürriyet, 13 Kasım 2016)
Muhalefetteyken söylenen sözlerin iktidarda şekil değiştirdiği ekseriyetle şahit olunan bir durum. Demek ki bu mesele Amerika için de geçerli. Tarihçi Ortaylı’nın dikkat çektiği gibi gelişmeleri yakından takip edecek ve yorumlayabilecek ‘dışişleri ekibi’ büyük ihtiyaç. Daha da önemlisi dünyayı tanıyan ve bilen herkesle istişarede bulunmak.
İlk bakışta ilgisiz gibi görünse de “Akıl akıldan üstündür” prensibini göz önünde bulundurmak ve işleri ‘istişare’ ile ‘bilenlere danışarak’ yürütmek en iyisi.
Maalesef ve maalesef, Türkiye’de takip edilen işler bakımından istişare, bilenlere danışma tercihi unutulmuş gibi...