Çok büyük bir dertle ya da dertlerle karşı karşıyayız ve bunun çaresini de hep birlikte, el ele vererek bulmak durumundayız.
Kısaca ‘bağımlılık’ olarak tarif edilen dert, dört yanımızı sarmış durumda. Uyuşturucu/öldürücü bağımlılığından başlamak üzere, kumar, içki ve hatta ‘sanal âlem bağımlılığı’ var ve bunlar geçmiş yıllara nisbetle çok yaygın. Maksadımız umutsuzluk yaymak değil, ama hastalıkların da farkına varmak durumundayız. Hastalık bilinecek ki çare aransın ve çare bulunsun.
Üsküdar Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nesrin Dilbaz, Antalya’da düzenlenen “10’uncu Madde Bağımlılığı Kongresi”nde yaptığı açıklamada, alkol ve madde bağımlılığının 10 kat arttığını söylemiş. Rakamlara itiraz etmek her zaman için mümkün, fakat tehlikenin yaygınlaştığını görmek için çevremize bakmak yeterli değil mi? Çocuklarla ve gençlerle muhatap olan öğretmenlere, imam hatiplere, sağlık kuruluşlarına sorulsa aynı tehlikeye dikkat çekmeyecekler mi?
Bağımlılık yapıcı maddelerin ulusal güvenlik problemi olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Dilbaz, uyuşturucu (isimlendirme de önemlidir: aslında öldürücü/fç) maddelerin ölüme yol açma bakımından terörden daha fazla etkili olduğunu hatırlatmış.
“Bağımlılık” belâsından kurtulmak gayesiyle Sağlık Bakanlığı’na 300 bin kişinin başvurduğunu da söyleyen Prof. Dilbaz, şunu da ilâve etmiş: “Kumar oynamak için eskiden siz bir yere giderdiniz, şimdi kumar oynanacak yerler sizin ayağınıza geliyor. Bunun için akıllı telefonunuzun olması yeterli. Ciddî anlamda kumar bağımlısı hasta tedavi için bize gelmeye başladı. Bu bağımlıların çoğu genç hastalar.” (DHA, 8 Ocak 2017)
İsimleri ne olursa olsun başta gençler olmak üzere çocuklarımızı ve bir bütün olarak cemiyeti tehdit eden çok büyük, çok ciddî bir dertle, problemle, hastalıkla, alışkanlıkla karşı karşıyayız. Bu kötü, öldürücü, cemiyeti zehirleyici alışkanlıkların son yıllarda arttığı da inkâr edilemez. Velev ki son yıllarda artmamış, hatta azalmış olsun. Ortada hepimizi doğrudan ya da dolaylı olarak ilgilendiren bir mesele var. Bu noktada birimizin derdi ile hepimizin derdi aynı. O halde bu derte, bu hastalığa, bu musîbete birlikte, el ele vererek çare aramalıyız ve bulmalıyız. “Senin derdin, benim derdim” diyebilecek bir durum yok. Dert hepimizindir, Türkiye’nindir, İslâm dünyasınındır ve insanlığındır. Türkiye bu musîbete karşı çok acil ve çok ciddî çareler aramak ve bulmak durumundadır. “Bu dert Avrupa’nın derdidir. Bizim temellerimiz sağlam” diyerek kulak üstü yatamayız. Allah muhafaza etsin, daha feci durumlarla karşılaşmamak için bugünkü tedbiri, çareyi yarına bırakamayız. Hakikaten tehlike büyüktür. Türkiye’nin, milletimizin, ailemizin bu tehlikeyi savuşturmasına yine hep beraber çalışalım.
Bu fenalıklardan, bu kötülüklerden, bu tuzaklardan kurtulmanın bir yolu da müstehcen yayınlara engel olmak, hiç değilse teşvik etmemektir. Maalesef Türkiye’yi idare edenler müstehcen yayınları tehdit olarak görmüyor. Sahibi mütedeyyin bilinen medya vasıtalarının müstehcen yayıncılıkta en önde olması ve aynı zamanda idarecilerin dostu olması dikkat çekici değil mi?
Dert hepimizin olduğuna göre çareyi de hep birlikte bulmak mecburiyetindeyiz ve bulabiliriz.