Yakın zamana kadar Üstad Bediüzzaman Said Nursî kadar hakkında ‘yalan haber’ yazılan ve iftira atılan başka bir âlim var mı?
Bilhassa 1950 öncesi dönemde aleyhinde atılan iftiraların haddi ve hesabı yoktur. Tabiî ki aslı ve astarı olmayan iftiraların tutması o gün de mümkün olmadı, bugün de mümkün olmaz.
Bir defasında dönemin polis memurları Afyon’un Emirdağ ilçesinde ikamet eden Bediüzzaman’ı suçlamak ve millet nezdinde itibarını düşürmek için bir kâğıda “Said Nursî talebesine bakkaldan içki aldırttı” diye yazmış ve bunu imzalatmak istemişler. Hiç kimseye imzalatamayınca bir ‘sarhoş’ bulmuşlar ve ona imzalatmaya çalışmışlar. O sarhoş dahi bu yalana, bu iftiraya tepki göstermiş ve dünyada böyle bir yalanın altına hiç kimsenin imza atmayacağını, atamayacağını söylemiş ve o iftiracılar da emellerine ulaşamamış. (Ayrıntılar için bakınız: Tarihçe-i Hayat [Afyon Hayatı], YAN, İstanbul-2017, s. 554)
Benzer iftiraları bugün de dillendirenler var ve ne hikmetse son günlerde bu iftiralar, bu insafsız karalamalar çoğalmış durumda. Acaba ne oldu da ‘ifsat şebekeleri’ harekete geçti ya da geçirildi? Bu kadar insafsız, bu kadar iz’ansız, bu kadar çirkin iftira olur mu?
“Müfteriler kimdir, nedir, ne dediler?” soruları çok anlamlı değil. Çirkin iftiraları cevaplamak niyetiyle dahi olsa tekrarlamaya gerek yok. Nihayetinde yıllar önce atılan “Said Nursî talebesine bakkaldan içki aldırttı” iftirasından daha çirkin, daha temelsiz, daha insafsız iftiralar var. Peki o gün tutmayan iftiralar bugün tutar mı? Tutmaz, tutmaz, tutmaz. Tam aksine ve inşaallah bu iftiralar iftira atanlara döner ve dolaylı olarak Risale-i Nur’un daha fazla tanınmasına, daha fazla bilinmesine ve daha fazla okunmasına vesile olur ve vesile olsun.
Risale-i Nur eserlerinin müellifi Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri’ne iftira atanlar o kadar insafsız ki, iddialarına bir satır delil getirmiyorlar. Böyle bir delil olması zaten mümkün değil, ama bu kadarını dahi yapmaya imkânları yok. Sadece kupkuru bir iftira, kupkuru ve temelsiz bir itham!
Bütün bu iftiracılara şunu söylemek icap eder: “Sizin ağalarının ve temsilcileriniz, en kuvvetli oldukları ya da kendilerini öyle bildikleri günlerde, yıllarda bile bu iftiraları atamadılar. Atmak isteseler de tutmadı. Şimdi mi bu iftiralar tutacak?”
23 Mart 1960 yılında vefat eden Bediüzzaman’ın hayatı kadar açık, net ve milletin gözünde başka bir hayat var mı? Onlarca, belki de yüzlerce defa hapse atılan, yıllarca karakolların karşısında fiilen göz altında tutulan bir âlime insafsızca iftira atmanın bir anlamı var mı? Hayatının neredeyse her anı ‘kayıt altında’ olan bir âlim için temelsiz iddialar gündeme getirmek ne gazetecilikle, ne insafla, ne araştırmacılıkla, ne de millet sevgisiyle açıklanamaz. Bu iftiraları dile getirenleri insafa dâvet ediyoruz ve tabiî ki Allah’a havale ediyoruz. İnanın bu ve benzeri iftiralar dün olduğu gibi bugün de ve muhtemeldir ki yarın da dile getirilecek ve hiçbiri zerre kadar tesirli olmayacak. Çünkü bunlar kökten ve temelden bayatlamış iftiralar.
Bediüzzaman’ın hayatı meydanda olduğu gibi eserleri de meydandadır. Asya münafıkları ve Avrupa dessas zalimleri ile birlikte ülkemizdeki ‘ifsat şebekeleri’nin mensupları ya da temsilcileri bu eserlerde itiraz ettikleri bölümler varsa onları ortaya koysunlar. Bu eserleri okumadan, incelemeden temelsiz iddia ve iftiraları gündeme taşımak sadece taşıyanların itibarını sıfırlar.
Allah’a şükürler olsun ki Risale-i Nur meydandadır. O kendisini savunmuş ve zaten savunmaya devam ediyor. İftiracılara onların diliyle değil, Risale-i Nur’un diliyle hitap etmek lâzım: Bütün iftiracıları Allah’a havale ediyoruz. O ne güzel vekildir. Âmin.