Ülkemizin sıkıntılı bir süreçten geçtiği belli.
Hem komşularımızla hem de yıllardan beri ekonomik ve siyasî konularda birlik kurduğumuz Avrupa ülkeleriyle sıkıntılar yaşanıyor. Her fırsatta ifade edilmeye çalışıldığı üzere sulh esastır ve haklı kararlar, haklı bir dille savunulmalıdır.
Avrupa ile ilişkilerdeki problemlerle beraber bir yandan da görüşmeler de devam ediyor. Bu toplantıların birinden sonra açıklama yapan Avrupa Birliği Dış Politika Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini “güvenli, ekonomik açıdan canlı ve demokratik bir Türkiye” ile çalışma niyetini sürdürdüklerini söylemiş.
Mogherini konuşmasında “Türkiye’de çok sayıda demokratik muhalefet üyesinin, gazetecilerin ve insan hakları savunucularının tutuklanmasının endişe verici” olduğunu hatırlatmış ve “Aramızdaki işbirliği ve diyaloğun hukuk devleti ve temel özgürlükler alanında somut pozitif adımlarla sürdürülebilir durumda olması gerektiğini geçmişte sürekli yaptığımız gibi bugün de vurguladık” tesbitini de ilâve etmiş.
AB Komisyonu’nun Genişlemeden Sorumlu Üyesi Johannes Hahn da Türkiye’de çok sayıda gazeteci, yazar, akademisyen, hukukçu ve insan hakları savunucusunun tutuklanmasından dolayı “çok derin endişe” duyduklarını belirtip, hukukun üstünlüğü tanınmadan ilişkilerin ilerlemesinde sıkıntı yaşanacağına dikkat çekmiş.
“Bize ne bunlardan. Biz kendi işimize bakarız. Memleketimizde yargı var, kararı onlar verir. Avrupa ya da dünyanın diğer ülkeleri bize karışamaz” diyenler olabilir. Böyle diyenler büyük ölçüde destek görür, alkış da alır. Ancak Türkiye ve dünya gerçekleri bu kanaati destekler mi?
Yargıda devam eden bazı dâvâları yorumlayan yazar İsmail Kılıçaslan şöyle demiş: “Etkili şekilde, doğru bir iletişim diliyle, reddedilemeyecek delil ve argümanlarla… Ve belki de en önemlisi hiç bıkmadan, kesinlikle usanmadan anlatmak, anlatmak, anlatmak gerekiyor. Hatta bir adım ileri giderek söylemeliyim ki bu süreçte izah edemeyeceğin adımı atmamak gerekiyor. Hele hele senin terörle verdiğin ‘var oluş ve var kalış’ mücadelesini sulandırabilecek her şeyden uzak kalman gerekiyor. Misalen HERO tişörtü tutuklamalarına. O tişörtü giyen androidlerin (...) o tişörtü niçin giydiklerini elbette biliyoruz. (...) Bu yönüyle psikiyatrinin alanına giriyorlar. Uzun süreli tedavilere cevap verebilmeleri bile oldukça zor görünüyor. Ancak, hiç kimseyi, ama hiç kimseyi herhangi bir elbiseyi giydi diye, salt bu gerekçeyle tutuklayamazsın. Zira verdiğin mücadeleyi hukukun tam içinde kalarak vermek zorundasın. ‘Bana ne hukuktan’ diyecek halimiz yok elbette. Zira terörle mücadelede hata yapmamızı bekleyen, böylelikle meseleyi sulandırmayı umut eden onlarca, yüzlerce, binlerce yamyam apartta bekliyor.” (Yeni Şafak, 25 Temmuz 2017)
“Hiç kimseyi, ama hiç kimseyi herhangi bir elbiseyi giydi diye, salt bu gerekçeyle tutuklayamazsın” gerçeği apaçık ortada iken yaşananlar nasıl izah edilebilir. Türkiye’de hiç kimse ‘Bana ne hukuktan’ dememeli. Hele hele siyasetçilerin, idarecilerin ve ‘aydın’ların böyle bir kanaat izhar etmesi tarihi yanlış olur.
Türkiye’nin ve milletin menfaati hakta, hukukta ve adalettedir. Bunlar da “Bana ne hukuktan” denilerek hayata geçirilemez. Hepimize hak, hepimize hukuk ve hepimize adalet lâzım. “Bana ne hukuktan” diyenler için de hakkı, hukuk ve adaleti savunmaya, hatırlatmaya ve gerçekleşmesini istemeye devam etmek gerekir vesselâm.