Türkiye’yi idare edenler ‘işler yolunda’ dese de hesapta olmayan, çoğu insanın aklına gelmeyen dertlerle karşı karşıya olduğumuz anlaşılıyor.
Eğitim ve dini hayat sahasındaki sıkıntıları artık ilahiyatçılar da dile getirmeye başladığına göre dertlerin büyüklüğünü sizler hesap edin.
Elbette hal ve gidişin sorgulanması, dertlerin ve problemlerin tesbit ve teşhis edilmiş olması önemlidir. Hepimizi ilgilendiren dertlerin ilahiyat camiasınca dile getirilmesi de ayrıca dikkat çekici. Bu sorgulamalar, bu tartışmalar iyi niyetle yapılmaya devam ederse inşallah dertlerin çarelerini de bulabiliriz.
İlahiyatçı Dr. İlhan Şenocak bir tweet mesajında şöyle demiş: “Diyanet iki kat büyüdü, ilahiyatlar 100’ü geçti. Her yerde imam hatip var. Lâkin namaz kılanların oranı azaldı. Hocalar usûllerini sorgulamalı.” (15.08.2017, saat: 22:22)
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. İsmail Kara’nın bir soru üzerine verdiği cevap da can yakıcı: “(Kitapta ilahiyat fakültelerinin de bu anlamda Türkiye’den kopuk olduğunu söylüyorsunuz. Burada bir çelişki yok mu?) Evet, dıştan bakıldığında bir tenakuz var gibi. Onların meseleye irtica kalıbı etrafından bakmadıkları kesin. Hatta bunun karşısında durdukları da… Ama onların daha ciddî bir problemi var, Türkiye’nin dinî meseleleriyle yeterince ilgilenmiyor ve üst düzeyde uğraşmıyorlar. Diyanet de böyle. Şunu söylüyorum; bugün İlahiyat Fakültelerinde ve Diyanet’te cemaatler mütehassısı yok, aktüel tarikatlar mütehassısı yok, halk Müslümanlığı ve dindarlık biçimleri mütehassısı yok, camiler ve cami cemaatleri mütehassısı yok. (Mütehassıs yok sözlerime bazı genç arkadaşların takıldıklarını görüyorum, muhtemelen mütehassıstan neyi kastettiğimiz farklı). Size daha acı bir şey söyleyeyim; benim de hem talebesi olduğum hem hoca olarak çalıştığım Marmara İlahiyat Fakültesi bahçesinde yeni bir cami yapıldı, biliyorsunuz. Bu caminin mimarisi, konumlandırılması, süslemeleri, minareleri konusunda fakülte hocalarına herhangi bir şey sorulmadı. Sorulsaydı ne diyeceklerdi o da ayrı. İlahiyatların ve Diyanet’in Türkiye’deki dini bilgiye ve dini yaşantıya katkılarını elbette kimse görmezden gelemez, ama bir akademik ve entelektüel faaliyet için bu yeter mi? Kimseye haksızlık yapmadan çuvaldızı biraz da kendimize batırmamız lâzım. (Konuşan: Baran Kaya, Karar g., 18 Ekim 2017)
Dertlerimizin bittiği düşünülmesin. Tevafuk olsa gerek, aynı tarihli gazetede yine bir ilahiyatçının, aynı zamanda bir dönem İstanbul Müftülüğü de yapan Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı’nın tesbitlerine bakalım:
“Sekiz yıllık görev deneyimime de dayanarak dinî idarenin ve din adamlarımızın en büyük probleminin [cami] dernek ve vakıflar olduğunu söyleyebilirim. Bazı din görevlilerinin kısa zamanda yıpranmasında, hizmet şevkinin kırılmasında bu yapılardan, özellikle de gelir getirici gayrı menkulleri olan camilerle ilgili dernek ve vakıflardan bazılarının büyük bir payının bulunduğunu gördüm. Hepimizin bildiği gibi, camiler ve Kur’ân Kursları etrafında oluşan vakıf ve dernekler, maddî kaynaklarını dinî kurumların isimlerini kullanarak elde ederler. Ancak –çok düzgün hizmet verenlerin yanında- kimi vakıf ve dernekler, sahip oldukları imkânlarla dinî kurumları ve görevlileri yönetmeye kalkarlar. Cami bünyesindeki dernek odalarında Diyanet’i, müftüyü, imamı, müezzini yargılar; bazen çıkar kavgalarının içine bunları da çekerek birbiriyle vuruştururlar. İzinli-izinsiz, yerli yersiz para toplar, keyfi harcamalar yapar, hesap soranları şiddetle sustururlar.” (Mustafa Çağrıcı, Karar g., 18 Ekim 2017)
İnanın bu tenkitlerin ilahiyat camiasından gelmesi isabetli olmuş. Aksi halde ‘başka mahalle’ bu tenkitleri yapmış olsa gereksiz yere savunmaya geçilir ve yarının derinleşmesine sebep olunurdu. İnşallah bu vesile ile yaraların tedavi edilmesine yol açılır.
Dert çok, ama dermansız değil. Birlikte çalışarak bu yaraları tedavi ederiz inşallah.