Tek parti devrinde yapılan büyük hatalardan biri de, ecdadımızdan devralınan evrakların, arşivlerin bilerek ya da bilmeyerek imha edilmesidir.
Bu mesele, yakın tarihin bilinmezleri arasındadır. Her hangi bir mecliste, “Tek parti devrinde (1950 öncesi) çeşitli kuruluşların ‘arşiv’leri hurda kâğıt fiyatına satılmıştı” denilse, büyük ölçüde itiraz edilir. Çünkü böyle bir yanlışı hiç kimsenin yapmayacağı düşünülür.
Oysa, gerçekler farklıdır. Bir dönem Türkiye’yi idare edenler, ceddimizden kalan ne varsa, hepsini gözden çıkarmışlardır. Tarih yanlış öğretilmiş, bazı hatalarıyla birlikte umumi anlamda 600 yıl boyunca dünyaya adaletle hükmeden Osmanlı karalanmış ve yeni nesiller adeta geçmişine düşman olarak yetiştirilmiştir. Bunlar kuru bir iddia değil. Gerçekleri görmek isteyenler, daha düne kadar okul ders kitaplarında öğretilenlere bakabilir...
Arşiv belgelerinin ‘hurda kâğıt’ niyetine hem de yurt dışına, Bulgaristan’a satıldığı da yine tarihî bir hadisedir. Araştırmacı Rıfat N. Bali, hadiseyi şöyle anlatmış: “Hadise 1931’de cerayan etti. Konuyu etraflıca inceleyen ve Devlet Arşivleri tarafınca yayınlanan bir eser de mevcut. Kısaca özetleyeyim: 1929’da Maliye Vekâleti İstanbul Defterdarlığına gönderdiği yazıda Defterdarlığın arşivinde bulunan lüzumsuz evrakın satılmasını talep etti. (...) Tekrar ambalaj malzemesi olarak kullanılmaması için de evrakı satın alacak şahısların, şirketlerin bunları yurtdışına satmalarını şart koştu. (...) İhaleyi alan şirket de Bulgaristan’a bir kâğıt dönüşüm şirketine sattı. (...) Bulgar Türkolog Panco Doref, kıymetini bildiği için Bulgar hükümetini durumdan haberdar etti ve evrakın kâğıt dönüşümüne gitmesini engelleyip Bulgaristan Arşivine naklettirdi. (...) 1999 Bulgaristan Arşivleri Müdürlüğü ile imzalanan antlaşma mucibince satılan evrakın mikrofilm kopyaları Türkiye’ye getirtildi. (Derin Tarih d., Şubat 2015)
Tabii ki bu hadise daha önce de çeşitli tarihçi ve uzmanlarca dile getirilmişti. Bu vesile ile bir hatırayı paylaşmak icap etti. Şimdi vefat etmiş olan bir ekonomi profesörü, Beyazıt’taki bir ‘ders’te Osmanlı’yı kötülemek için “Tarihi belgeleri imha etmek için Yıldız Sarayı’nı bile yaktılar. Onlar şöyleydi, böyleydi...” diye konuştu. Uygun lisan ile itiraz ettik ve asıl belge imha edenlerin “tek parti” devri idarecileri olduğunu, Osmanlı’dan kalma belgelerin Bulgaristan’a satıldığını anlattık. Böyle bir şeyi ilk defa duyduğunu söyledi ve “Belgesi var mı?” diye sordu. Biz de o tarihlerde aylık olarak yayınlanan Köprü dergisiden ve konu hakkında yazı ve röportajları yayınlanan tarihçi İbrahim Hakkı Konyalı’dan bahsettik. Neticede, bir gün sonra dergideki yazıların fotokopilerini çekip belge olarak kendisine ulaştırdık. Sosyal demokrat görüşlere sahip olan ve aynı zamanda ara sıra köşe yazarlığı da yapan ekonomi tarihi uzmanı profesör (o tarihlerde doçent) memnuniyetini ifade etmişti.
Evet, hangi konuda uzman olursa olsun; doçent ya da profesörlük payesi alabilmiş bir ‘uzman’ın yakın tarihte yaşanmış böyle bir hadiseden bihaber olması normal midir? Tabii ki normal değil. Aynı zamanda eğitim sisteminin içine düşürüldüğü durumu göstermesi bakımından da ibret verici. Böyle önemli bilgileri üniversite camiası duymamış olursa, başkalarının duymuş olmasını beklemeye hakkımız olur mu? Bu tarihi bilgileri ve gerçekleri kim, niçin gizlemiş olabilir?
Arşivler açılsın, gerçekler bilinsin...