Boşnak devlet adamı ve bağımsız Bosna-Hersek’in ilk cumhurbaşkanı olan Aliya İzzetbegoviç, Türkiye’de de bilinen, tanınan ve sevilen bir isimdi.
Bosna’daki savaş yıllarında Türkiye ile yakın ilişkisi vardı ve milletimiz hem maddî hem de manevî olarak Bosna’nın bağımsız olması için gayret sarfetti. Bu vesile ile Aliya’yı bir defa daha rahmetle yad edelim.
19 Ekim 2003 tarihinde vefat eden Aliya İzzetbegoviç’in mezarı Saraybosna’daki Kovaçi Şehitlik Mezarlığı’ndadır. Geçen yıllarda bir vesile ile gittiğimiz Saraybosna’da hem Aliya adına açılan müzeyi ziyaret etmiş hem de mezarı başında Fatiha okuma imkânı bulmuştuk. Mekânı Cennet olsun inşallah.
Aliya İzzetbegoviç bir siyaset ve devlet adamı olmasının yayında önemli tesbitler yapmış bir düşünce insanıdır. “Doğu Batı Arasında İslâm” adlı kitabı ülkemizde de ilgi görmüş ve takdir edilmişti. Yıllar önce okuma imkânı bulduğumuz bu kitapta ‘İslâmın doğru bilinmesi ve yaşanması’nın tavsiye edilmiş olması dikkatimizi çekmişti. Hatta bazı tesbitlerin Risale-i Nur Külliyatı’ndaki bakış açısıyla benzer olması hemen fark ediliyordu. Aliya, Türkiye’de şahit olduğumuz dindarlığın reklâmını yapan siyasetçiler gibi değildi. İslâm ve Batı ilişkileri ile demokrasi gibi kavramları Türkiye’deki bir kısım siyasetçiler gibi yorumlamamıştı.
Aliya’nın bazı eserlerinde ve konuşmalarında dikkat çektiği noktaları Yıldıray Oğur’un yazısında aktarmak isabetli olur. Aliya İzzetbegoviç değişik yer ve zamanlarda şu tesbitlere dikkat çekmiş: “Ben olsam, Müslüman Doğu’daki tüm mekteplere “eleştirel düşünme” dersleri koyardım. Batı’nın aksine Doğu bu acımasız mektepten geçmemiştir ve birçok zaafının kaynağı budur.”
(1970’de kaleme aldığı 40 sayfalık İslâm Deklarasyonu risalesinden) “Belirli İslâm ülkelerinde fedakâr dost veya azılı düşman aramak ve bulmak alışkanlığımız oldu ve bu durumu dış siyaset olarak isimlendirdik. Ne gerçek dost ne de hakikî düşman olmadığını anladığımız ve kendi sorunlarımız için ‘düşmanın felâket planlarını’ değil, kendimizi suçlu gördüğümüz zaman, daha az hayal kırıklığı, sorunların azaldığı, olgunlaşmamızın başladığı bir dönem yaşarız.”
(1997 yılında Tahran’da yapılan İslâm Konferansı Örgütü toplantısında yaptığı konuşma): “Çok açık konuştuğum için beni bağışlayın. Güzel yalanların yardımı olmaz, ama acı gerçekler bir ilâç olabilir. Batı çöküntü içinde ya da dejenere olmuş değil. Kendi kendini kandıran komünizmin ‘çürümüş Batı’ propagandası, bunu acı bir şekilde ödedi. Batı çürümüş değil. Güçlü, örgütlü ve eğitimli. Okulları bizimkilerden iyi, kentleri bizimkilerden temiz. Batı’da insan haklarının düzeyi yüksek ve fakirler ile sakatlara toplumsal yardım iyi örgütlenmiş durumda. Batılılar çoğunlukla sorumlu ve dakik kişiler. Onların ilerlemelerinin karanlık yönünü de biliyorum ve bunun gözümden kaçmasına izin vermiyorum. İslâm en iyisi, ama biz en iyisi değiliz. Bunlar iki farklı şey ve her zaman onları karıştırıyoruz. Batı’dan nefret etmek yerine onunla rekabet etmeliyiz. Kur’ân bize bunu emretmiyor mu; ‘Hayırlı işlerde yarışınız.’”
(1970’de yazdığı İslâm Deklarasyonu’nda) “Tarih hiçbir değişimin iktidardan geldiğini bilmez. Hepsi terbiyeden başladı ve özünde ahlâkî bir dâvetti.” “Kur’ân-ı Kerîm bizim düşmanlarımızı sevmemizi emretmemiştir. Ama kesinlikle adil olmamızı ve affetmemizi emretmiştir. Gücün kullanımı bu çerçevede olmalıdır.”
25 Mart 1994’te kendisinin kurduğu Demokratik Eylem Partisi’nin kongresindeki şu tavrı da çok dikkat çekici: “Bir şeyler söylemeden önce duvarlarda resimlerimin olduğunu, resimlerimin oraya benim onayım olmadan asıldığını zikretmek istiyorum ve verilecek ilk arada duvarlardan kaldırılmasını rica ediyorum. Bu bir sahte tevazu sorunu değildir. Basitçe söylemek gerekirse bu bizim âdetimiz değil. Umarım benimle aynı fikirdesinizdir.” (Aktaran: Yıldıray Oğur, Karar g., 1 Kasım 2017)
Merhum Aliya İzzetbegoviç’in bu bakış açısı bize Tunus’daki ‘akil adam’ Raşid Gannuşi’yi hatırlattı. Böyle devlet adamlarının sayısının artması en büyük temennimiz...