Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) açıkladığı 2014 bilânçosu, Türkiye’yi idare edenlerin dikkate alması gereken bir tablo. “İfade özgürlüğü önünde engeller var” denildikçe itiraz edenler, ülkemizin 2014 tablosunu görmek mecburiyetindedirler.
Şunu da hemen ifade etmek gerekir ki, mevcut durumu savunan bazıları, geçmiş yıllardaki ‘kötü’lükleri misal vererek, bir anlamda “Halinize razı olun. Geçmiş yıllarda daha fazla ihlâl ve haksızlık oluyordu, olmuştu” diyorlar. Öyle bile olsa, ne zamandan beri ‘kötü’lükler misal olmaya başladı?
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) 2014 bilânçosu 29 Ocak 2015 tarihinde Strasbourg’da açıklanmış. AİHM gündemindeki dâvâ başvurusu bakımından 2013 yılını 5’inci sırada tamamlayan Türkiye, 2014 yılında Ukrayna, İtalya ve Rusya’nın ardından 4’üncü sırada yer almış. İfade özgürlüğü alanında AİHM sicili parlak olmayan ülkemiz, medya özgürlüğü alanında da üyesi olduğu Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM) tarafından çoğunlukla eleştiriliyor.
Deutsche Welle Türkçe’nin (http://www.dw.de) haberine göre AİHM 2014 yılında toplam 896 karar açıkladı. Hakkında en fazla karar açıklanan ülkelerin başında Rusya (129), Türkiye (101), Romanya (87), Yunanistan (54), Macaristan (50), İtalya (44) ve Ukrayna (40) geliyor. AİHM’in 2014 yılında Türkiye hakkında açıkladığı 101 kararın 94’ünde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) en az bir maddesinin ihlâl edildiğine hükmedildi. Peki, işler düzeliyor mu? Maalesef... Çünkü Türkiye 2013’te olduğu gibi 2014 yılında da AİHM önünde ifade özgürlüğü ihlâli dolayısıyla hakkında en fazla karar açıklanan ülke olmuş durumda. AİHM’in geçen yıl 47 Avrupa ülkesinde ifade özgürlüğünün ihlâli konusunda açıkladığı kararların yüzde 50’sinden fazlası Türkiye’den gelen dâvâlardan kaynaklanmış.
Açıklanan kararların ayrıntılarına itiraz edenler olabilir. Fakat ortada değişmesi gereken bir tablo var: Türkiye, en çok hak ihlâl eden ülke olmamalı.
Elbette, AİHM’deki tablo bu günün ve bir günün meselesi değil. Yıllardan beri yapılan yanlışların faturası ödendi ve ödenmeye de devam ediliyor. 1980 darbesi sonrasında yapılan yanlışların faturasının ödenmesi bile bitmiş değil. Aynı şekilde 28 Şubat 1997 sürecinde yapılan yanlışların da faturasını millet olarak ödüyoruz ve neticede en çok mahkûm olan, en çok dâvâ açılan, en çok kaybeden ülkeler listesinde yer alıyor. Bu tablo orta yerde dururken, hiçbir problem yokmuş gibi davranmak mümkün mü? Ya da, bu listeyi ortaya koyanlara kızma hakkımız olabilir mi? En kötüsü de bu listeyi, bu tabloyu yok saymak... AİHM kararları netice itibarıyla tazminata hükmedilen kararlardır. “Mağdurlara parayı verir, yolumuza devam ederiz” anlayışı da çare değildir. Çünkü bu tablo Türkiye’nin itibarını sarsmaya devam edip gider.
O halde yapılacak iş, atılacak adım bellidir: Türkiye’nin önünü tıkayan ve ufkunu karartan uygulamalara bir an önce son vermek gerekir. Adil bir yargı sistemi bunun için ilk adımdır. Bu adımı atmadıktan sonra AİHM’deki vahim tablonun değişmesi pek mümkün görünmüyor.
Türkiye’yi idare edenler “Böyle devam etsin” diye düşünüyorsa, daha ağır faturaların önümüze konulduğuna şahit olabiliriz. Bunu da bilelim...