Siyasî tartışmalar sebebiyle görmezden gelinen bir derdimiz de ailenin karşı karşıya kaldığı tehlikelerdir.
İstatistik ilminin ortaya koyduğu rakamlar bir yana, her geçen gün boşanmaların arttığı, boşanmamış olsa bile bazı aile yuvalarının yaşanmaz hâle geldiği, herkesin bildiği bir sır olarak karşımızda duruyor.
Bediüzzaman Hazretleri, gençlikle ilgili bir meseleyi izah ederken, insanları hastahane, hapishane ve meyhaneleri görmeye dâvet eder. İlgili bahis şöyledir: “O gençliğin su’-i isti’mâliyle gelen hastalıkla hastahanelere ve kalb ve rûhun gıdasızlık ve vazifesizliğinden neşet eden sıkıntılarla meyhanelere, sefahethanelere veya mezaristana düşeceklerini bilmek istersen; git, hastahanelerden ve hapishanelerden meyhanelerden sor. Elbette ekseriyetle, gençlerin gençliğinin su’-i isti’malinden ve taşkınlıklarından ve gayr-ı meşrû keyiflerin cezası olarak gelen tokatlardan eyvahlar ve ağlamalar ve esefler işiteceksin.” (Şuâlar, On Birinci Şuâ [Mevve Risalesi, Beşinci Mesele] s., 331)
Ailenin karşı karşıya kaldığı sıkıntıları öğrenmek için istatistik rakamlarından değil de Adliye Sarayları’ndan, mahkeme koridorlarından sormak icâb eder. Ekonomi, siyaset, geçim derdi gibi meselelerle meşgul olurken cemiyeti ayakta tutan aile yuvalarının dağılma tehlikesi ile karşı karşıya olduğunu göremiyoruz. Başta Türkiye’yi idare edenler olmak üzere sosyologlar, psikologlar ve sivil toplum kuruluşları yerinde tesbitler için mutlak surette adliye koridorlarına, mahkeme salonlarına gitmeli, ‘yıkım’ı yakinen ve bizzat görmeli. Ancak bu şekilde yaşanan hadisenin büyüklüğünü kavramak mümkün olabilir.
Yıkılan aile yuvaları birimizin değil, gerçekten de hepimizin derdidir. “Geçinemiyorsa boşansınlar” demek işin kolayını tercih etmektir. Bir aile yuvasının bozulmasının, hele de ortada çocuklar varsa kaç kişiyi etkilediği hesaplanıyor mu?
Mesele, aile yuvalarının dağılma noktasına gelmesine mâni olmaktır. Elbette bir arada olunamayacak durumlar vardır. Fakat iş o noktalara gelmeden gerekli tedbirler alınabilir. Ailenin sağlam olarak ayakta durması için bir değil belki bin defa gayret lâzım. Yıkıma giden yolu tıkayacak adımların çok başlarda, aile yuvası kurulurken atılması icâb eder. Bu mesele eğitimle, kültürle, televizyon yayınlarıyla, ailenin tavrıyla da ilgilidir.
Çok büyük adliye sarayları yaptık ve iyi de oldu. Ama bu ‘saray’lardaki mahkeme salonları ne feci aile dramlarına, sıkıntılarına şahitlik ediyor, farkında mıyız? Adliye sarayları yapmaktan çok daha önemli olan ‘sağlam, huzurlu aile sarayları’ yapabilmektir. Türkiye bu noktada yaşanan sıkıntıları görmeli ve daha fazla aile yuvasının dağılmaması için çok ciddî çalışmalı.
Bunun için siyasetçilere, sosyologlara, aile büyüklerine, gazete, TV ve her türlü medya vasıtalarına büyük iş düşüyor. Hedef ve maksat aileyi muhafaza etmek, korumak ve onu ayakta tutmak olmalı. Yıkıma yol açacak her türlü yayından, programdan ve mesajlardan uzak durmak icâb ediyor.
Keşke, dünyanın en büyük adalet sarayları binaları değil de “en huzurlu aile yuvaları” bizde olsaydı, olabilseydi. Daha fena tablolarla karşılaşmamak için yarını beklemeden birlikte çalışalım...