Türkiye’nin onlarca, belki yüzlerce derdi var. Özetlemek için “Neresi doğru, neresinde sıkıntı yok ki?” denilebilir.
En ciddî sıkıntılardan biri de hak, hukuk ve adalet sisteminde yaşanan problemlerdir. Çoğu zaman eğitimdeki problemleri tartışıyoruz, ancak hukuk ve adalet sistemindeki problemler de can yakıcı. “Adalet mülkün temeli” olduğuna göre, temeli sarsılan bir mülk ve sistem ayakta kalabilir mi?
Adalet sisteminden şikâyet etmeyen hiç kimseye rastlayamıyoruz. Çok garip bir şekilde, sistemi düzeltmesi gerekenler de şikâyetçi. Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç bile, “Yargı, 10 tane kurum içinden sondan 3’üncü ya da 4’üncü sırada. Yargıya olan güven bitmişse kafamızı ellerimizin arasına alıp düşünmemiz lâzım. İtibar kaybettirenler az çok bellidir, ama bundan bütün ülke zarar görür. Çok güzel saraylar yaptık, ama adalete, yargıya duyulan güveni artıracak çok çalışma yapmamız lâzım” demiş. (Veyis Ateş’in programı, Habertürk TV, 11 Mayıs 2015)
Her defasında ifade etmeye çalıştığımız üzere, Türkiye’yi idare edenlerin bu hususta şikâyete hakları yoktur. Onlara düşen, adaleti tesis etmek için gereken çalışmaları yapmak olmalı. Avrupa’nın en büyük ‘adalet sarayları’nın temelleri atılırken bu eleştiriler yapıldı. “Önemli olanın adalet sarayları yapmak değil, gerçek adaleti tesis etmektir, buna çalışılsın” değerlendirmeleri oldu. Türkiye’yi idare edenler ve onların her yaptığında bir hikmet arayanlar, “Bakın hele! Yapılan ‘iş’e itiraz ediyorlar” demişlerdi. Gelinen noktada, Türkiye’yi idare edenler de önemli olanın ‘saray’ yapmak değil, ‘adaleti tesis etmek’ olduğunu ilân ediyorlar.
***
Çok büyük yanlışlardan biri de “Birinin hatasıyla başkası mes’ul olmaz” temel prensibinin ayaklar altına alınmış olmasıdır. Şaka gibi hadiseler yaşanıyor: Tutuklanıp hapse atılan bir hâkimin hanımı, sırf ‘tutuklanan hâkimin hanımıdır’ diye işten atıldı! Ki, tutuklanan hakim daha yargılanmış ve mahkûm olmuş değil. Hukukun bu kadar keyfiliğe alet olması kabul edilemeyeceği gibi, kıyamet alâmeti olarak da görülmeli.
***
Bir başka katmerli hata da, ‘Kırmızı Kitap’ olarak adlandırılan ve kamuoyu tarafından’Gizli Anayasa’ olarak bilinen ‘kitap’ın; fiilen anayasa ve kanunlardan daha üstün tutulmasıdır. Üstelik ‘Kırmızı Kitap’a bu itibar, gizli olan o kitap sebebiyle canı yanmış siyasetçiler gösteriyor. Cumhurbaşkanı, ‘Kırmızı Kitap’a atıf yaparak, “Bundan sonra yargı mercilerinin de bakışı değişecek” demiş. (Hürriyet, 12 Mayıs 2015)
Sivil bir siyasetçinin; muhtevası ‘gizli’ olan bir belgeye, bir kitaba, bir dökümana sığınması ve ona belki de anayasadan ve kanunlardan daha fazla itibar göstermesi de kıyamet alâmetidir. Demokrasi ile idare edilen bir ülkede böyle uygulamalara yer olabilir mi?
***
Kim ne derse desin: Türkiye’nin, muhtevası milletten gizli ‘Kırmızı Kitap’lara ihtiyacı yoktur. Bu durum, bu keyfilik; Türkiye’yi idare edenlerin ‘işlerine geliyor’ gibi görünse de yanlıştır, itiraz edilmelidir. Bunu ifade etmeye bile gerek olmamalı. 2015 Türkiye’sinin işlerini gizli belgelerle sürdürmesi mümkün değildir. İktidara dost görünenler, bu hata sebebiyle onları ciddî ikaz etmeli. Türkiye için bundan daha önemli bir mesele olabilir mi? Apaçık yanlışı nasıl görmüyorlar, hayret...
Tek başına ve sadece ‘Adalet Sarayları’ yapmakla gerçek adalet tesis edilemeyeceği gibi, ‘Kırmısı Kitap’la, gizli belgeyle hiç tesis edilmez. Türkiye’nin sürüklendiği bu durum, herkese zarar verir ve verecek...