Doğruları tekrarlamak hem milletin hem de devletin menfaatinedir.
Bu sebeple devletin de temeli olan adaleti hem hatırlamak hem de hatırlatmak gerekir. Bir yerde adaletsizlik ve haksızlık varsa beraberinde pek çok fenalığı da getirir.
Herkes adalet sisteminin sağlıklı işlemediğinin farkında. Türkiye'yi idare edenler de değişik zamanlarda yaptıkları açıklamalarda "Mahkemelerin bütün kararları doğrudur diyemeyiz. Sistemin düzelmesi için çalışıyoruz." diyorlar. Bu tesbitler, sistemdeki sıkıntıyı itiraf anlamına gelir.
Mevcut sıkıntıların yanına bir de 'tutuklulara tek tip elbise giydirme' niyeti ve belki kararı var. Ancak bunun var olan sıkıntıları sona erdirmeyeceği ve ilâve problemlere sebep olacağı ifade ediliyor. Türkiye'nin 15 Temmuz'da mâruz kaldığı darbe girişimi elbette hafife alınamaz. Ancak bu ve benzeri tehditleri ve tehlikeleri 'tek tip elbise' ile aşmak mümkün müdür? Böyle bir uygulama belki bazılarının kızgınlığını hafifletir, ama bu uygulama uzun dönemde Türkiye'nin aleyhine olmaz mı?
İşin ehli olanlar idarecileri daha dikkatli olmaları yönünde ikaz ediyorlar. Bu anlamda bir ikaz da Hukukçular Derneği'nden geldi. Yapılan yazılı basın açıklamasında tek tip kıyafet uygulamasının evrensel hukuk kurallarından olan ve ceza yargılamasının en temel taşı olarak kabul edilen masumiyet karinesi ile bağdaşmayacağı hatırlatılmış.
Açıklamada şu görüşler dile getirilmiş: "(...) Yargılamaların hiçbir şüphe ve şaibeye yer bırakmaksızın tamamlanarak bir an evvel suçlulara hak ettikleri cezanın verilmesi, milletimiz ve biz hukukçuların en büyük beklentisidir. Ülkemizi işgale açık hâle getirme projesinin figüranlarına kinimiz ve öfkemiz ne kadar büyük olursa olsun, makul ve mantıklı yaklaşımdan ve hukuk sınırlarından hiçbir zaman vazgeçilmemelidir. Zira bu darbecilerin, kışkırtıcı davranışlarıyla bizleri taşımak istedikleri alan da budur. (...) Nitekim Anayasa'mızın 38/4. maddesi; 'Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz' hükmüyle mâsumiyet karinesini din, dil, ırk, millet ayrımı gözetmeden herkes için güvence altına almıştır. Yine Anayasa'mızın 15/2. maddesi ile mâsumiyet karinesi savaş, sıkıyönetim ve olağanüstü hâllerde dahi dokunulması mümkün olmayan çekirdek haklar kategorisine dahil edilmiştir. Bu bağlamda henüz ceza yargılaması sürmekte olup suçlu oldukları kesinleşmemiş sanıkların suçlu gibi muamele görmesine sebep olacak tek tip kıyafet tarzı uygulamaların, zaten zor zamanlardan geçtiğimiz şu günlerde, özellikle yargılamaların devamında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi sürecinde devletimizi zor duruma düşüreceği aşikârdır. Bu anlamda AİHM’deki yargılamalarda dosyaların esaslarından ziyade, 'Âdil Yargılanma Hakkı' ve 'Mâsumiyet Karinesi' gibi ilkelerin ihlâl edildiği iddiaları ile bu tarz usûlî hataların ön plana çıkarılmak suretiyle, bir yandan darbenin ikinci planda kalması, öbür taraftan da devletimizin mahkûm ettirilmesi gibi olumsuz durumlara sebebiyet vereceği kanaatlerini taşımanın yanında bu durumun hukuk devleti ilkesini zedeleyeceğini düşünmekteyiz."
Kızgınlıkla hareket edenler muhtemelen "Bize ne Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nden!" diyebilir. Velev ki öyle desinler, AİHM'i dikkate almasınlar. Peki, "Mâsumiyet karinesi" denilen "suçluluğu ispat edilene kadar herkes mâsumdur" insanî kuralı ne olacak? Bu öyle önemli bir insanî kuraldır ki en zor hâllerde bile dikkate alınmalı. Ancak bu şekilde adalet tecelli edebilir.
Öfkenin baldan tatlı olduğunu elbette biliyoruz. Ancak çarenin kızgınlıkla hareket etmeye değil, her adımda ve her fırsatta adaleti hatırlamak ve hatırlatmakta olduğunu bilelim.