Anayasa Mahkemesi’nin bazı dâvâlarda “hak ihlâli” kararı vermesine rağmen ağır ceza mahkemeleri tarafından bu kararların dikkate alınmaması dünya basınında da tartışma konusu oldu. Umumî kanaat, bu tartışmaların Türkiye’deki yargı krizinin büyümesine yol açacağı yönünde gelişiyor.
Fransa’nın Le Monde gazetesi şu yoruma yer vermiş: “Kesin olan şu ki, ülkenin en yüksek mercii tarafından verilen kararın alt mahkemelerce uygulanmaması yargı kurumunun meşrûiyetini kaybettiğini ortaya koydu.”
İngiliz Financial Times gazetesi de “Hukukçulara göre karar Strazburg’a (AİHM’e) sayısız başvurulara sebep olacak” ifadelerini kullanmış. Reuters Ajansı ise Anayasa Mahkemesi kararının alt mahkemelerce uygulanmamasının “Türkiye’de basın özgürlüğü ve yargı bağımsızlığı konusundaki endişeleri daha da arttırabileceği”ni ifade etmiş.
“Avrupa’dan ya da dünyadan bize ne? Bu beyanlar bizi bağlamaz, bizi ilgilendirmez” diyebilir miyiz? Söylense bile bu tavır Türkiye ve dünya gerçekleriyle örtüşür mü?
Şunu unutmamak gerekir ki Türkiye’deki hukukçuların çoğunluğu da ‘ilk derece mahkemeleri’nin Anayasa Mahkemesi’nin kararını tanımamasını hatalı buluyorlar. Elbette Anayasa Mahkemesi’nin kararları da yanlış olabilir. Ama yine uzmanların ifadesiyle bu kararlar ehlince tartışılır, itiraz edilir ve belki de uzun dönemde alınan ve alınacak yeni kararlarla düzeltilebilir. Nitekim AYM’nin tarihine bakıldığında da birbirine zıt kararlar aldığı görülür. Bu tabiî seyri takip etmek yerine alınan kararların alt mahkemelerce uygulanmaması kargaşaya yol açmaz mı?
Aslında bütün bu tartışmalar ülkemizin ciddî bir hukuk ve adalet krizi yaşadığını gösteriyor. “Adalet mülkün temelidir” kaidesince bu meseleye gereken önemin verilmesi ve adaletin ayakta tutulması gerekir. Milletin ve dünyanın gözünün içine baka baka en temel hukuk ve adalet kurallarının dikkate alınmaması Türkiye’ye ve millete yapılmış en büyük fenalık olmaz mı?
AYM’nin kararı ve bazı mahkemelerin buna uymaması neticesinde ortaya çıkan durumun ülkemize ağır faturalar ödetebileceği yönünde ikazlar iktidara yakın medyada da yer alıyor. Bunlardan biri şöyle:
“Anayasa Mahkemesi’nin kararını tartışırken bir yandan da kendimizi AİHM’den çıkacak karara hazırlayalım. (...) Eğer mahkeme, Anayasa Mahkemesi’nin, ‘Etkili bir yol’ olmadığını gerekçe göstererek, tahliye kararı verirse o zaman ne yapacağız? (...) Ayrıca tutukluluk devam eden bir mağduriyet kapsamına girdiği için parasını ödeyip uygulamayacağımız kararlardan biri değil. Ayrıca ‘Loizidou dâvâsı’nda [ülke olarak/fç] tanımadığımız Güney Kıbrıs Rum kesimine 1 milyon 120 bin Euro tazminat ödemek zorunda kalmıştık. Tüm bunları göze alıp, AİHM kararını da uygulamadığımız takdirde, AİHM’nin Türkiye’yi, Avrupa Konseyi’ne taşıması tehlikesinden söz ediliyor. Tamam Anayasa Mahkemesi’ni çarmıha gerelim, ama AİHM’ye de bir cevap hazırlayalım.” (Abdulkadir Selvi, Hürriyet, 15 Ocak 2018)
Ülkemizi ve milletimizi maddî ve manevî sıkıntılara sokacağı belli olan yanlış kararlar almakta niçin ısrar edilir? Görünen köy kılavuz ister mi?
Lütfen, gerçek anlamda hukuk ve adalet yolunda ilerlemekten başka çaremiz olmadığını görelim.