Hemen her yıl “Adlî Yıl Açılış Törenleri” tartışmalı olur.
2016-2017 Adlî Yıl Açılış Töreni öncesinde törenin nerede yapılacağı konusunda bir tartışma yaşandı. Anamuhalefet partisi ve Barolar Birliği törenin Beştepe’deki Cumhurbaşkanlığı binasında yapılmasına itiraz etti. Neticede açılış “Beştepe Millet Kongre ve Kültür Merkezi”nde yapıldı.
Törenin yapılacağı yer de önemlidir, ancak ondan çok daha önemli olan adaletin sağlanıp sağlanamadığıdır. Elbette bu mesele sadece bir yılın meselesi de değildir. Geçmiş dönemde vazife yapan adalet bakanları ve başka pek çok siyasetçi dahil, Türkiye’de adaletin ‘hızlı ve adil’ bir biçimde tecelli etmediğini ifade ve itiraf etmişlerdir. Bu sebeple, biraz da hadiseyi sloganlaştırıp “Adalet olsun da, adlî yıl açılışı olmasa da olur” demek dahi mümkündür.
Adlî yıl açılışlarındaki bazı konuşmalar Türkiye’de hukuk ve adalet sisteminin karşı karşıya olduğu sıkıntıları zaman zaman göz önüne sermiştir. 1999-2000 Adlî Yılı Açış Konuşmasını yapan dönemin Yargıtay Birinci Başkanı Doç. Dr. Sami Selçuk’un konuşması bunlar arasında sayılabilir. Bu ve benzeri konuşmalar hem medya, hem de siyaset dünyasında uzun süre tartışılmış ve Türkiye’nin hukuk sistemini işler hale getirmesi teklif edilmiştir.
Bu vesile ile Doç. Dr. Selçuk’un 1999-2000 Adlî Yılı Açış Konuşmasının bir bölümünü hatırlamakta fayda var. O günkü konuşmada Selçuk şöyle demişti: “Hukukun amacı, adaletsizliği önlemektir. Hukuk örgütlenmiş adalettir. Yasal metin âdil olmak zorundadır. (...) Demokraside devletin dokunduğu herşey hukuka dönüşmelidir. (...) Yasaların genelliği, yasayı yapanlar dahil herkese ayırımsız uygulanabilirliği, gizli hukuk yerine açık hukuk ve saydam devletin geçmesi gereklidir. Hukukun olmadığı yerde halk “sürü”, insan “köle”dir. (...) “Yasasız suç ve ceza olmaz”, “yargısız kimse cezalandırılamaz” birer devlet taahhüdüdür. İşte devlet, işte hukuk. Devlet hukuka saygılı olduğu, hukuk da insanları özgürleştirdiği oranda meşrûlaşır ve güç kazanırlar. Sonuçta her ikisinin de işlevi, özgürlüklerin açılımını sağlamaktadır. Hukukun üstünlüğüne yaslanan bir devlette, hiç kimse hukukun ne üstündedir, ne de altındadır, yalnızca içindedir. Hukukun karşısında herkes eşittir; her görüş, her inanç hukukun egemenliği altında birlikte yan yana yaşar, yarışır ve gelişir. Hukukun üstünlüğü dışlanırsa, en âdil hukuk bile, keyfiliklerin oyun oynandığı bir manipülasyon alanına dönüşür. Orada artık hukukun yerini güç, özgürlüğün yerini uşaklık almıştır. (...) Eğer hukuk uygulaması bağımsız, özerk bir yargının elinde değilse her şey boşunadır. Toplumun benimsediği hukuku bağımsız olmadığı için objektif biçimde uygulayamayan bir yargı, adaletin ve demokrasinin düşkırıklığıdır. Siyasete bulanmış ya da bulanma olasılığı bulunan, adaleti siyaset terazisinde tarttığı izlenimi uyandıran bir yargı, ne denli duyarlı olursa olsun, kirli adalet salgılar. Adaletteki kirliliği, “adaletsizliği temizleyebilen bir madde ise bugüne değin bulunamamıştır” (http://www.yargitay.gov.tr)
Adalet Saraylarının yapılması ve Adlî Yıl Açılış Konuşmalarının isabetli olması ve adaletin sağlanması için tek başına yeterli değil. Yeter ki kılı kırk yaran hassasiyetle adalet tecelli etsin. Açılış ve saraylar olmasa da olur.