Sebeplere bakıldığında çok daha iyi durumda olmamız icap ederken pek çok noktada sıkıntılarla karşı karşıyayız.
Maddi sıkıntılar bir şekilde aşılabilir, ama manevi dertler çok daha can alıcı, can yakıcı.
Elbette ‘ahir zaman’da olduğumuzun ve günümüz şartlarının derin manevi yaralara yol açtığının da farkındayız. Karşı karşıya olduğumuz mesele hepimizin meselesi. Çocuklardan gençlere, aileden cemiyetin her ferdine kadar manevi bakımdan ciddi tehlikelerle karşı karşıyayız. Manevi yönümüzün çok daha iyi olması beklenirken bu sahada olumsuz gelişmelere şahit olunuyor. Allah muhafaza etsin, ahlak cehpesindeki bu aşınma önümüze büyük faturalar çıkarabilir.
Manevi bakından tehlike sinyallerinin çaldığı pek çok kişi tarafından da ifade ediliyor. Hal ve gidiş, bir köşe yazısında şöyle ifade edilmiş:
“Bazılarınız bana kızabilir ama olsun dost acı söyler demişler ya siyasi ve bürokratik mekanizma kendi ütopik dünyalarına hapsolmuş vaziyette. Real-politikten çok uzaklar. Bir sonraki seçimde yerimi nasıl korurum gibi basit ve günlük meselelere indirgenmiş siyasetin felsefesi olmaz, kalmaz çünkü. Siyasetçinin bilgi kaynakları sağlıklı değil. İlüzyona dayalı. (...) Öğretmenler, mürşidler, üstadlar, pirler, eğitmenler, hocalar v.b. gibi ne kadar insan eğitimi kutsal mesleğini icra eden varsa beraber hareket etmeliler. İnsan eğitiminin birinci gayesi kendini tanımadır. Sen öncelikle kendini tanımadığın zaman diğer bilinecek şeyleri de anlamazsın. (...) Toplum bu irfan ocaklarının eğitiminden mahrum bırakıldı. Geriye kalan dini eğitim ise bu özden uzak. İnsan ruhuna hitap etmiyor. Maneviyat din bilimlerinden dışlandı. Din artık maddi tarih konusu oldu. (...) Ey ilahiyat hocaları, ey Diyanet hocaları, ey Milli Eğitim görevlileri, ey yöneticiler! İnsanın ruhuna hitab eden bir projeniz yoksa boşuna zahmet çekmeyin, insanın ‘Kötüleşme’sine mani olamazsınız. Olamıyorsunuz da, durum ortada.. İnsan kalitemiz her geçen gün bozuluyor. Gençlerimiz bonzai âlemlerinde.. Çözüm imam hatip liselerinin, ilahiyat fakültelerinin, camilerin, vakıfların, derneklerin v.s sayısını arttırmakta da değil. Nerede ve hangi çatı altında olursa olsun insani ve ruhani eğitimin verilmesinde. Yoksa bu kadar sayısal çoğalmaya rağmen insan kalitesinin düşmesine ne demeli?” (Mahmud Erol Kılıç, Yeni Şafak, 16 Ekim 2017)
Geçen aylarda katıldığı bir kitap fuarında bir TV muhabirinin sorularını cevaplandıran Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma da, “Türkiye İslami açıdan iyi bir konumda mı?” sorusunu şöyle cevaplandırmış: “Bunu ne kadar yayınlarsınız bilmiyorum. Ama ben yine söyleyeyim, belki sansür uygulayacaksınız. Ak Parti döneminde Müslümanlar çok daha fazla rahata kavuştular. Seküler oldular. Dünyevi oldular ve diyelim ki 15 sene önceki o İslami şuuru kaybettiler. Çok imam hatip açılıyor, çok ilahiyat fakültesi açılıyor ama insanlar bizim Kur’an’da öğrettiğimiz, diğer din kitaplarında öğrettiğimiz İslama bağlılıktan uzaklaştılar. Dünyaya daldıkça dini unuttular. Bir şekilde bunu telafi etmek lazım.” (https://www.youtube.com/watch?v=BSUM1z_FLXs)
Evet, mesele hastalığı bilip, görüp uygun tedavi uygulamakta. Karşı karşıya olduğumuz tehlikeyi görmezden gelerek kendimizi kandırmak kime ne kazandırır? Dert hepimizindir, çaresi vardır ve bu çareye sarılmak akıl kârıdır. Acı gerekleri dile getirenlere kızmak değil, omuzumuzdaki akrebi gösterdikleri için teşekkür gerekir.