Seçimler sebebiyle açıklanması ertelenen “Avrupa Birliği Türkiye İlerleme Raporu” nihayet yayınladı.
Raporda önemli tesbitler var. Belki de en dikkat çekici tesbit, Avrupa Birliği sürecinin ilerlemesi ve geliştirilmesinin Türkiye’nin de menfaatine olduğu şeklindeki tesbittir.
Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği elbette Avrupa ülkelerinin de menfaatinedir. Aksi durum, eşyanın tabiatına aykırı olurdu. Yani, Avrupa Birliği’ne üye ülkeler Türkiye’nin birliğe üye olmasında zarar görecek olsa bu üyeliği niçin istesin? Aynı şekilde, bu üyelikten dolayı Türkiye’nin de menfaati vardır. “Nasıl bir adım ki iki taraf da kâr ediyor?” sorusu akla gelir. Ticaret gibi, turizm gibi; her iki tarafın da kâr etmesi mümkündür ve öyle de olacak inşallah.
Daha önce açıklanan raporlarda olduğu gibi, Türkiye’yi rahatsız eden tesbitlerin olması da mümkündür. Ancak gerçekleri görmek durumundayız. Birliğe üye olmak isteyen taraf biz olduğumuza göre, var olan kaidelere uymak da bizden beklenir. Elbette itiraz ettiğimiz ve etmemizin mümkün olduğu kurallar vardır. Onlara itiraz etmekle birlikte, üye olmanın getireceği faydaları da görmezden gelemeyiz.
AB’nin Komşuluk Politikası ve Genişleme Müzakerelerinden Sorumlu Komiseri Johannes Hahn tarafından açıklanan raporda, Türkiye’nin reform hızını yavaşlattığı ve insan hakları ile temel özgürlükler konusundaki çabaların yetersiz kaldığı belirtilmiş. Bu tesbit, idarecilerimizin memnun olmadığı bir tesbit olabilir, ancak gerçek budur. Son yıllarda AB yolculuğunun unutulduğu inkâr edilebilir mi? Başka ‘süreç’lere ayrılan emek, aynı ölçüde “AB süreci”ne de ayrılması icap etmez miydi? “AB uyum paketleri”nin açıklanmasını unutmamızın üzerinden yıllar geçti. Ve bu zaman zarfında maalesef kaybeden milletimiz oldu.
Avrupa Birliği Komisyonu tarafından hazırlanan raporun yayınlanmasının ardından açıklamalarda bulunan AB Genişleme Müzakerelerinden Sorumlu Komiseri Hahn, “Geçen yıl önemli eksiklikler, toplanma ve ifade özgürlüğünün yanı sıra yargı bağımsızlığını etkiledi” demiş. (AA, 10 Kasım 2015)
Hak, hukuk ve adalet sahasındaki gelişmelerde AB’nin müsbet katkıları inkâr edilebilir mi? Darbeci anlayışın geriletilmesi, hürriyetlerin önünü kesen kanun maddeleri ve benzeri gelişmeler ekseriyetle Avrupa Birliği desteğiyle olmadı mı? Hatta “1982 darbe anayasası”nın bazı ‘kötü’ maddelerin değişmesinde de AB’nin katkıları olmuştu. Türkiye çoğu konuda “müteharrik-i bizzat” (yani ‘değişim enerjisi, hareket kabiliyeti) kendinden olmadığı için Avrupa’nın müsbet destek ve katkısına ihtiyaç duyuyor. “Onlar işine baksın, biz evimizin önünü temizleyebiliriz” demek pek makul değil. Ortada temizlenmesi icap eden ‘kir’ varsa ve bu temizlikte başkaları da bize yardım ediyorsa; onlara “Uzak durun, bize yardım etmeyin” diyemeyiz.
Türkiye ile Avrupa Birliği ilişkisini bu pencereden görmedikten sonra istikameti bulmak kolay olmaz. Üstad Bediüzzaman’ın “Avrupa ikidir” tesbitinin yanı sıra, “Su kuyusu kazılırken başkalarının kötü niyetli kuyu kazmaya mani olmamalı. Çünkü kuyu kazılınca su fışkırır ve orayı ‘kirletmek’ için niyet eden maksadına ulaşamaz” anlamında tesbit her zaman göz önünde bulundurulmalı.
Çok sayıda ‘süreç’in neticesiz kaldığı ülkemizde, “AB süreci”nin neticesiz kalmamasını umalım.