Ülkemiz Avrupa Birliği’ne tam üye oluncaya kadar ya da hürriyet ve adaletin iyi işlediği hür bir sistem yerleşinceye kadar AB üyeliği yolundaki çalışmaların desteklenmesi ve teşvik edilmesi lâzım.
Tabiî ki mühim olan; insan hak ve hürriyetlerinin mükemmel şekilde işlediği, adaletin de hızlı tecelli ettiği bir idarî yapıya kavuşmaktır. Bunun yolu AB üyeliğinden geçiyorsa ki, şimdiki hal bunu gösteriyor; bu yolun, bu sürecin, bu çalışmaların devam etmesi gerekir. “Bu süreci unutalım, başka yollar arayalım” demek Türkiye ve dünya gerçekleriyle pek örtüşmüyor. Gerçekten bu yol varsa, söylensin; o da tartışılsın. Ancak çeşitli sebeplerle bize ‘küsen’ iyilikler, başkalarının eline geçmiş. Temelde bize ait olan ve ihmalimiz sebebiyle başkalarının eline geçen bu iyiliklere, güzelliklere, adalete, hürriyete yeniden sahip olmak bizim hakkımız olsa gerek. AB sürecinde bu sebeple ısrarcı olmak gerekiyor.
Son yıllardaki bazı icraatların, Türkiye’yi ‘iyi yol’dan uzaklaştırdığını dost düşman herkes ifade ediyor. “Hayır, Türkiye AB üyeliği yolunda yapılması gerekenleri yaptı” diyen var mı? İdarecilerimiz, “Artık bu defteri kapattık. Türkiye kendine yeni bir yol çizdi” demediği sürece, asıl hedefin AB üyeliği yolunda ilerlemek olduğu akla gelir. Çünkü yıllar önce bu meselenin bir ‘devlet kararı’ olduğu ilân edilmiş durumda. Aksi ilân edilmediği sürece bu beyan geçerlidir. O halde, “İlân edildiği halde gereği niçin yapılmıyor?” sorusunu sormak da milletin hakkıdır.
Elbette bu meseleler çok tartışıldı ve bundan sonra da tartışılmaya devam edecek. Her imkân ve fırsatta ifade etmeye çalışıldığı üzere hadise, devlet ile milletin kaynaştığı, hak, hukuk ve adaletin mükemmel şekilde işlediği, maddî ve manevî zenginliğin temin edildiği bir yapıya kavuşmak hedef olmalı.
Gecikmeli olarak açıklanan Türkiye İlerleme Raporu’nda ülkemizde bilhassa hak ve hukuk ihlâllerinin yaşandığına dikkat çekilmiş. Bazı AP milletvekileri, “Türkiye’nin AB yönünde değil, AB’den uzaklaşma yönünde ilerlediğini” ifade etmişler ki, maalesef doğru bir tesbit. AB üyeliği yolunda ilerlerken düzenli olarak ‘demokratikleşme paketleri’ açıklanıyordu. Bu paketlerin açıklanmasına ara verilmesinin üzerinden yıllar geçti. Neticede bu mesele hem milletin hem de Türkiye’yi idare edenlerin gündeminden düştü. Peki, bu durumdan kim kârlı çıktı? “Türkiye’de yaşayan herkes kârlı çıktı” diyen çıkar mı?
Türkiye, içine kapandığı müddetçe sıkıntılarını aşamaz. Son hadiseler, ülkemizin gitgide içine kapandığını gösteriyor. Konuştuğumuz, tartıştığımız meseleler nedir? Daha fazla hak, daha fazla hukuk, daha fazla adalet talepleri ve çağrıları hak ettiği karşılığı buluyor mu?
AB üyelik çalışmalarını takip eden bir vakıf, Türkiye’nin mevzuat anlamında AB’ye uyum düzeyinin yüzde 60’dan fazla olduğunu açıklamış. Rakamlar böyle bile olsa, gerçekler bu beyanı destekliyor mu? Diyelim ki ilgili kanunlar AB’ye uygun. Fakat bu kanunlar gereği gibi uygulanmıyor ve keyfîlik devreye giriyorsa, “AB’ye teknik uyum” dertlere çare olur mu?
‘Teknik’ uyum daha az olsa bile, hakikî uyum, gerçekleşen uyum yüzde yüz olsun. Kanunların kâğıt üstünde iyi ve güzel olması bir anlam ifade etmez. ‘Kötü kanun’la iyi yönetim mümkün olduğu gibi, ‘uygulanmayan iyi kanun’larla da kötü yönetim mümkündür.
Avrupa Birliği üyelik sürecinin ısrarla takip edilmesi ve desteklenmesi milletin menfaatine görünüyor, vesselâm.